Mehmet Açık
Silivri’den gelen mektuplar…
Bazısı bir itiraf, bazısı bir savunma, bazısı ise bir çığlık…
Oya Tekin’in kaleme aldığı satırlar, tam anlamıyla üçüncü kategoriye giriyor.
Adana’nın en büyük ilçesi Seyhan’ın Belediye Başkanı…
Üstelik hukukçu kimliği olan, üç çocuk annesi bir kadın…
Görevini en yakın rakibine 10 puan fark atarak kazanmış, belediyecilikte henüz bir yılını doldurmamış bir isim.
Ve bugün, Silivri Cezaevi’nde…
Suçlama?
Bir suç örgütü liderinin ifadesiyle üzerine atılan bir iftira.
Eşi de aynı gerekçeyle tutuklu.
Üç çocuk, biri henüz 15 yaşında, annesiz ve babasız bırakılmış.
Mektubunda diyor ki:
“Yerimiz yurdumuz belli. Eşimiz dostumuz, işimiz aşımız Adana’da. Neden Adana’da değil de, İstanbul’da yargılanıyorum?”
Haklı bir soru bu.
Hukukta “yetki” kavramı vardır, davanın hangi yerde görüleceğini belirleyen.
Ama bu dosyada o yetkinin neden İstanbul’da olduğu, henüz kamuoyuna doyurucu biçimde izah edilmiş değil.
Bir başka siteminde ise adalet sistemine dokunuyor:
“Mafyalar, çeteler, en ağır suçların zanlıları tutuksuz yargılanır veya hiç yargılanmazken, hayatını adalet sistemine vakfetmiş bir insana bu muameleyi aklınız alıyor, vicdanınız kabul ediyor mu?”
Masumiyet karinesi, lekelenmeme hakkı, adil yargılanma ilkesi…
Hukuk fakültelerinin ilk yıllarında öğretilen kavramlar bunlar.
Ama bugün, bu ilkelerin sadece kitap sayfalarında mı kaldığını sorgulatıyor.
Elbette ki adalet, delillerle konuşur.
Elbette ki mahkemeler, kararlarını hukuka ve vicdana göre verir.
Ama hukukun temelinde bir de ölçülülük vardır.
Tutuklama, bir ceza değil, bir tedbirdir.
Eğer tedbir, cezaya dönüşmüşse; adalet terazisinin kefeleri bozulmuş demektir.
Oya Tekin’in mektubu, sadece kendi dramını değil, Türkiye’de tutuklu yargılama pratiğinin sorgulanması gerektiğini de ortaya koyuyor.
Bugün onun adı Oya Tekin…
Yarın bu satırların muhatabı başka bir isim olabilir.
Adalet, sadece karar anında değil, süreç boyunca da adalet olmalıdır.
Aksi halde, verilen en doğru karar bile toplum vicdanında karşılık bulmaz.