AİDİYET DUYGUSU…
İnsanın kendisini yaşadığı yere ait hissetmesi; hayattan keyif alması yada hayatın zorluğuna katlanması için önemlidir.
Kabulleniştir..
Aidiyet duygusu her zorluğun üstesinden kolayca gelebilmenin manevi gücüdür.
Bir şeylerin yokluğuna sabır, varlığına şükür ve teşekkürün membasıdır.
Kendinizi ait hissetmediğiniz hiç bir yerde mutlu olamadığınız gibi, verimli de olamazsınız.
Herkesin kendisini dışladığını düşünerek, farkında olmadan içten içe yabancılaşır.
Bir zaman sonra uyuduğu oda, büyüdüğü ev, yaşadığı şehir yabancılaşır.
Mutlu ortamların dahi olumsuz taraflarını arar, sorgular, negatif düşüncelerle kendi beynini kemirir.
Sonra bir bakmışsın sinirli, önemli önemsiz her şeye gereğinden fazla tepkili davranan biri olup çıkmıştır.
İnsan yaradılış gereği öğrenmeye programlı bir şekilde dünyaya gelmiştir. Ona ne öğretirseniz size vereceği ancak odur. Öğretmediğiniz hiç bir bilgiyi, duyguyu, ya da lezzeti, hatta kokuyu size sunamaz.
Bu yüzdendir ki güzel aileler güzel çocuklar, güzel çocuklar ise güzel insanlar yetiştirir. Çocukluk hamuruyla, kendini yetiştirir insan.
Aidiyet duygusunun yokluğu insanı yalnızlığa sürüklediği gibi, asi bir baş kaldırış arzusuyla da yakıp kavurur.
Öfkelidir artık her şeye.
İçinde koca bir öfke ve sesli bir itiraz aşkı biriktirmiştir.
Sonunda itina ile içinde büyüttüğü bu olumsuz enerji açığa çıkmak için fırsat kollar.
Aidiyet duygusunun yoksunluğuyla tohumu atılan olumsuz fikirler büyümüş ve tüm benliğini sarmış, özgüveni ele geçirilmiş kişi hazırdır…
Avazı çıktığınca itiraz etmelidir düzene, sisteme, aklına ne gelirse düşünmeden söylemelidir çünkü en haklı kişi, hatta bilirkişi kendisidir…
Bazen bir ödül töreninde, bir arkadaş ortamında ve bazen de aile arasında.
Önce konuşur, sonra höykürür, ve en sonunda şeytani bir ifadeyle gülümser.
Elleriyle büyüttüğü şeytani enerji görevini tamamlamıştır.
Ayıldığında ise iş işten geçmiş olur. İlk iş özür dilemek olsa da, ok yaydan çıkmıştır artık.
Genel anlamda kişi kendisini asi ve güçlü hissetse de işin aslı farklıdır.
İçindeki nefreti kustuğundan olsa gerek, artık şeytani enerjisini besleyecek gücü kendinde bulamaz.
Ve acı son…
Aidiyet duygusundan yoksun büyütülen çocuk, kendini yetiştiremeyeceği gibi, ne yazık ki geliştiremez de.
Yolun sonunda o artık yalnızdır…
Hırsına yenilmiş, eylemini gerçekleştirmiş fakat bunun karşılığında yine kendisi gibi aidiyet duygusundan yoksun üç beş kişinin alkışından başka bir getirisi olmamakla beraber, bolca kalp kırıklığı ve nefret kazanmıştır.
Üzülüyorum!..
Anne ve babaların çocuk yapmaktan çok, çocuk yetiştirme sanatına eğilmesi gerektiği kanaatindeyim…
Evvela Allah’ın varlığını, birliğini, kurallarını, manevi atmosferin gücüyle kuşatarak en önemli olan duyguyu, yani inanç duygusunu vermeli, milli ve ahlaki duyguları vatan aşkıyla harmanlayıp çocuğuna yükleyebilmeli, aidiyet duygusunu en sağlıklı bir şekilde çocuğuna verebilmeli ki o çocuk, kendini yetiştirebilsin.
Bir insanın, zoru gördüğünde ilk aklına gelen ülkeyi terk etmekse eğer, bilin ki aidiyet duygusundan yoksun bir anne babanın, mutsuz çocuğudur.
Bir faydası olmayacağını bile bile, ülkesinin açığını abartarak başka ülkelerdeki platformlarda şikayet edebiliyorsa eğer, bilin ki aidiyet duygusundan yoksun bir anne babanın, mutsuz çocuğudur.
Bir insan, şarkı söylemek gibi ruha iyi gelen bir işi yaparken, binlerce insana olumsuz mesajlar verebiliyorsa, yine bilin ki aidiyet duygusundan yoksun bir anne babanın, mutsuz çocuğudur.
Unutmayın, mutlu insanları mutlu çocuklar yetiştirir.
Ve ancak insan, ‘AİT OLDUĞU TOPRAKLARIN’ havasını suyunu insanını sevebilir ve övebilir..!
Kalın sağlıcakla..
Gülçin Çelik