Mehmet Açık yazdı
Adalet Bakanı Sayın Yılmaz Tunç, 10. Yargı Paketi’ne ilişkin bir açıklama yaptı ve “cezasızlık algısını ortadan kaldırıyoruz” dedi. Fakat hemen ardından kamuoyuyla paylaştığı tablo, bu sözleri âdeta çürütür nitelikteydi:
• 2 yıl hapis cezası alan biri yalnızca 36 gün,
• 1 yıl ceza alan 18 gün,
• 6 ay ceza alan ise yalnızca 9 gün cezaevinde kalacak.
İşte yeni adaletin şifreleri bunlar. Bu tabloya göre artık cezaevine girip çıkmak, neredeyse bir spa tatili kadar kısa sürecek. Hatta bazıları için “şekil olsun diye yatmak” deyimini gerçek anlamda karşılayacak. Sahi, bu mudur suçla mücadele?
Suçun Bedeli Düşerse, Suçun Cazibesi Artar
Bir sistemde cezalar sembolik hale gelirse, insanlar suçu bir seçenek olarak görmeye başlar. Ekonomik krizle boğuşan, geleceğe dair umudu kalmamış, sistemden dışlanmış bireyler için suç artık bir yol haline gelir. Çünkü biliyor ki; yakalansa bile içeride uzun süre kalmayacak. Oysa ceza, sadece bir yaptırım değil, aynı zamanda bir mesajdır.
Topluma şunu söylemelidir:
“Bu suçu işlersen, ağır sonuçlarına katlanırsın!”
Ancak 10. Yargı Paketi bu mesajı silikleştiriyor. Ceza, caydırıcılığını kaybediyor. Bir başka deyişle; devlet, suçluyu korkutmuyor; suçsuzu ise koruyamıyor.
Adaletin Sırtındaki Yük: Mağdurun Sessizliği
Her düzenleme yapılırken failin hakları konuşuluyor. Elbette suçlunun da bir insan olarak hakkı vardır. Fakat mağdur ne olacak?
– Dolandırılmış bir yaşlı kadına ne diyeceksiniz? “O seni dolandırdı ama 18 gün yattı, adalet yerini buldu mu?”
– Tacize uğramış bir çocuğa ne anlatacaksınız? “Korkma, o adam sadece 9 gün içeride kalacak” mı?
Mağdurun hakkını koruyamayan bir hukuk sistemi, yalnızca suçluyu değil, tüm toplumu yaralar. Çünkü adalet yalnızca mahkemede değil, insanların gönlünde ve vicdanında tecelli eder.
Hukuk Geri Çekildikçe, Linç Kültürü Öne Çıkıyor
İnsanlar adalet sistemine güvenmedikçe, adaleti sokakta, sosyal medyada, linçte aramaya başlar. Bu çok tehlikeli bir eşiğe işaret eder. Çünkü linç kültürü, önce hedefi belirler, sonra yargılar, en son infaz eder. Ve bu infaz, kimi zaman onurla, kimi zaman hayatla ödenir.
Oysa hukuk devleti, öfkeyle değil, ilkeyle hareket eder. Bugün cezanın içi boşalırsa, yarın sokağın kararı daha belirleyici hale gelir. O zaman devletin anlamı kalmaz.
Cezaevleri Doldu Diye Cezalar Hafifletilemez
Evet, cezaevleri dolup taşıyor. Evet, sistem tıkanmış durumda. Ama bu sorunun çözümü suçluyu ödüllendirmek olmamalı. Eğer cezaevlerinde yer yoksa, yeni bir bakış açısı geliştirilmeli.
– Cezaların infazı ciddiyetle ele alınmalı,
– Rehabilitasyon merkezleri yaygınlaştırılmalı,
– Hapis dışında caydırıcı ama anlamlı alternatifler düşünülmeli,
– Toplumda suç işlemeyi özendirecek yasal boşluklar kapatılmalı.
Yoksa kısa vadeli popülizm uğruna uzun vadeli sosyal çöküşü göze alırsak, bu milletin ödeyeceği bedel çok daha ağır olur.
Siyaset mi Adaletin Önünde?
Bir diğer soru da şu: Bu paket, gerçekten adaleti mi güçlendiriyor, yoksa yaklaşan seçimler öncesi bazı kesimlere “iyilik” olarak mı sunuluyor? Eğer yargı, siyasi hesapların gölgesine girerse, artık ne hukuk kalır ne de hak.
Adalet, tarafsızlık üzerine inşa edilir. Kime oy verdiğine, hangi görüşte olduğuna, kimden yana durduğuna bakmaz. Sadece hakka, hukuka ve gerçeğe bakar. Şimdi bu yargı paketiyle toplum şunu sorguluyor:
“Adalet saraya mı ait, sokaktaki insana mı?”
Sonuç: Güvenilir Bir Devlet İçin Güçlü Bir Adalet Gerek
Devletin temeli adalettir. Güçlü ekonomi, huzurlu toplum, güvenli şehirler… Hepsi adaletle mümkündür. Eğer suçlular rahatça dolaşıp, suçsuzlar korkarak yaşıyorsa, orada devletin değil, belirsizliğin hükmü vardır.
Sayın Bakan’a açık bir çağrıdır bu:
Cezanın adı varsa, kendisi de olmalıdır. Cezasızlık algısını yok etmek için önce cezanın itibarını geri kazandırmalısınız.
Toplumun güvenini yitiren hiçbir yasa, teknik olarak başarılı sayılamaz.