GHA – Güncel Haber Ajansı / Köşe Yazısı
Mehmet Açık
Savaş…
İnsanoğlunun tarih boyunca kaçmak için en geçerli nedeni. Yıkımın, ölümün, belirsizliğin hüküm sürdüğü savaş atmosferi, insanları doğdukları topraklardan koparmış, nice medeniyetleri göçe zorlamıştır. Modern çağda da tablo pek değişmedi. Nerede bir çatışma çıksa, ardından büyük bir göç dalgası gelir. Kalabalık mülteci konvoyları, dolup taşan sınırlarda beliren yüzler, kaybolan hayatlar… Savaş artık sadece silahlarla değil, insanların aidiyetlerini parçalayarak kazanılmak isteniyor.
Ancak bu döngüyü bozan halklar da var. İşte bu yazının konusu tam da bu noktada başlıyor: İranlılar.
Son zamanlarda dünyanın farklı ülkelerinde yaşayan İran vatandaşlarının, ülkelerinde savaş ya da kriz ihtimali doğduğunda kaçmak yerine ülkeye geri dönmeyi tercih ettikleri görülüyor. Sessiz ama kararlı bir dönüş… Bu sadece bir yolculuk değil. Aynı zamanda bir duruşun, bir inancın, bir kimliğin dışavurumu.
Peki İranlıları geri döndüren şey ne?
Korkudan arınmış bir cesaret mi?
Rejim yanlısı ideolojik bir bağlılık mı?
Yoksa çok daha derinlerde yatan bir “toprak bilinci” mi?
Aidiyetin Coğrafyası
İran coğrafyası sadece petrol ve siyasetten ibaret değildir. Binlerce yıllık tarih, zengin bir medeniyet birikimi, güçlü bir kimlik kodu vardır bu topraklarda. Pers İmparatorluğu’ndan İslam devrimine, Şii öğretisinden modern milliyetçiliğe kadar uzanan bir kültürel süreklilik mevcuttur. İranlı bir birey için “ülke”, sadece bir hükümetin sınır çizgileriyle tanımlanmaz. O toprak; ailesinin mezarının olduğu yer, çocukluk ezgilerinin çınladığı sokak, mukaddesatın yaşandığı zemin, yani bir varoluş alanıdır.
Dolayısıyla savaş kapıya dayandığında kaçmak yerine kalmak ya da dönmek, bu zihinsel bağlamda anlam kazanıyor. İranlılar için bu bir görev, bir sorumluluk. Belki de bir ibadet gibi…
Batı’daki Hayal Kırıklığı mı?
Geri dönüşün bir başka yüzü de Batı’da yaşanan hayal kırıklığı olabilir. İran’dan göç eden birçok insan, Avrupa veya Amerika’da büyük hayallerle yeni bir hayat kurmaya çalıştı. Fakat dışlanmışlık, kültürel yalnızlık, kimlik karmaşası gibi zorluklar, birçokları için Batı’yı da “güvenli liman” olmaktan çıkardı.
Oysa İran’da, her şeye rağmen, ait olma duygusu daha güçlüydü. Toprakla kurulan bağ, toplumla hissedilen ortak kader, tarihin içinde bir yer edinme arzusu, belki de tüm dış zorluklara rağmen ülkeye dönmeyi daha anlamlı kılıyor.
Rejimin Rolü Var mı?
Evet, İran rejimi güçlü bir propaganda aygıtına sahip. Zaman zaman yurt dışındaki vatandaşlara yönelik “geri dönün, vatanınıza sahip çıkın” çağrıları yapılıyor. Ancak bu dönüşlerde yalnızca devletin çağrısının etkili olduğunu söylemek yüzeysel olur. Zira dönenlerin tamamı rejim yanlısı değil. Pek çoğu farklı dünya görüşlerine sahip insanlar. Bu da gösteriyor ki, mesele yalnızca siyasal değil; aynı zamanda sosyokültürel ve psikolojik bir boyut taşıyor.
Kaçmak mı, Kalmak mı?
Modern dünya bize sürekli kaçmayı öğütlüyor. Daha iyi iş için başka bir ülkeye, daha güvenli yaşam için başka bir şehre, daha konforlu hayat için başka bir düzene… Ama İran örneği, bize şunu hatırlatıyor: Kaçmak bir çözüm değil, bazen bir kimlik kaybı. Kalmak ise bir mücadele biçimi. Savaş varsa, toprağını terk etmeden de yaşanabilir. Çünkü vatan, sadece barış zamanlarında sahiplenilen bir yer değildir. Vatan, en çok da zor zamanlarda sahip çıkılandır.
İranlılar bunu yapıyor. Gitmiyorlar. Gidenler dönüyor.
Çünkü biliyorlar ki:
Gitmek kolay, ama dönmek yürek ister.
Ve o yürek bugün İranlıların valizlerinde değil, kalplerinde.
Sonuç Yerine
İranlıların bu tutumu, sadece kendi ülkeleri açısından değil, tüm bölge halkları için bir farkındalık vesilesi olmalı. Vatanseverlik klişelerden ibaret değildir. Gerçek aidiyet, zorluk anında kendini belli eder. Kaçmayanların, geri dönenlerin, toprağa yeniden sarılanların çağındayız belki de.
Ve bu çağın kahramanları, yola değil, toprağa tutunanlar olacak.
Mehmet Açık
Güncel Haber Ajansı (GHA)