Burcu Çatalbaş yazdı
Sevgi… İnsanlığın en temel, en derin ihtiyacı. Hayatta bizi ayakta tutan, anlam katan, karanlıkta bir ışık gibi yol gösteren duygu. Ama bazen, sevgi ne kadar yoğun ve saf olursa olsun, bir boşluğu doldurmaya yetmez. Tıpkı İpek’in hastane odasındaki o hüzünlü sorusunda olduğu gibi:
“O kadar sevenim var da neden bu kadar mutsuzum?”
Sevginin kendisi yeterli mi, yoksa onun ifade edilişi mi önemlidir? Bazen bizi seven insanlar, hislerimizi anlamaz, duygularımıza dokunmaz. Sevgi veririz, ama doğru dilden mi konuşuyoruz? Kimi bir sarılmada, kimi güzel bir sözde, kimi de yalnızca anlaşılmakta bulur sevgiyi. Sevgi varsa, ama dokunmuyorsa, eksik bir şeyler var demektir.
Sevgi Dilleri
1. Fiziksel dokunuş: Sarılma, el tutma, omuz okşama gibi davranışlar.
2. Sözlü ifade: Teşekkürler, övgüler, samimi cümleler.
3. Anlayış ve dikkat: Karşımızdakini dinlemek, ihtiyaçlarını fark etmek, birlikte zaman geçirmek.
Bir diğer mesele de sevginin kaynağı: kendimize duyduğumuz sevgi. Kendini sevmeyen insan, dışarıdan gelen sevgiyi de hakkıyla hissedemez. Çünkü içindeki boşluğu yalnızca kendi özşefkati doldurabilir.
Mahallede İpek’i seven herkes vardı, ama o yalnızdı. Belki de herkes sevgisini gösterirken, onun neye ihtiyaç duyduğunu sormadı. Sevgi sadece verilmez; anlaşılır, dinlenir, paylaşılır. Bazen konuşmak, bazen susmak gerekir. Ve en önemlisi, sevginin anlam bulması için karşılıklı bir köprü kurulmalıdır.
Seviyoruz, ama bunu hissettirebiliyor muyuz? Karşımızdakine sevgimizi gerçekten ulaştırabiliyor muyuz? Kendimizi bu denklemin neresinde tutuyoruz?
Sevgi her şeyin ilacı derler. Doğru. Ama yanlış zamanda, yanlış biçimde verilirse, faydasızdır. Gerçek sevgi, karşımızdakinin ruhuna dokunan, onu saran ve kabul eden sevgidir.
Şimdi dönüp kendimize soralım: Seviyoruz, ama sevdiğimizin mutlu olmasını sağlayabiliyor muyuz?