Mehmet Açık
Türkiye’de uzun yıllardır sessiz fakat derin bir kültürel mühendislik yürütülmektedir. Bu mühendisliğin en önemli hedeflerinden biri, Türk kimliğinin algısını aşındırmak, onu kriminalize ederek toplumun geniş kesimlerinde özür dilemesi gereken bir aidiyet gibi göstermektir.
Ne gariptir ki; bugün ülkemizde farklı etnik kökene sahip bir birey kimliğini açıkça ifade ettiğinde, bu durum “demokratik hak ve özgürlüklerin kullanımı” olarak alkışlanmaktadır. Ancak aynı özgüveni ve gururu “Türk’üm” diyerek sergileyen bir yurttaş, anında “ırkçılık”, “faşizm” yaftalarıyla karşılaşmakta, toplumsal baskıya maruz kalmaktadır. Bu, sadece basit bir önyargı değil; bilinçli olarak inşa edilmiş bir psikolojik algı operasyonudur.
Kimlik Beyanı Evrensel Bir Haktır
Uluslararası insan hakları belgeleri, kimlik beyanını vazgeçilmez bir özgürlük olarak tanımlar. Bir birey, etnik kökenini, kültürel aidiyetini veya ulusal kimliğini açıkça ifade edebilmelidir. Bu hakkın değeri, ancak eşit şekilde uygulandığında anlam taşır. Ne var ki Türkiye’de bu hak, ideolojik bir çifte standartla yorumlanmaktadır.
Birileri “Kürd’üm”, “Çerkez’im”, “Arap’ım” dediğinde hoşgörüyle karşılanmakta, hatta teşvik edilmektedir. Ama “Türk’üm” demek, kimi çevreler için provokatif ve tehlikeli bir söylem gibi sunulmaktadır. Bu yaklaşım, eşit vatandaşlık ilkesine ve demokratik çoğulculuğa aykırıdır.
“Türkiyeli” Dayatması: Kimlik Silikleştirme Operasyonu
Son yıllarda bazı çevreler, “Türkiyeli” kavramını üst kimlik olarak pazarlamaktadır. İlk bakışta masum görünen bu yaklaşım, aslında Türk kimliğini tarihten, coğrafyadan ve kültürel hafızadan koparmanın kılıfıdır. “Türkiyeli” tanımı, tarihsel bağlarımızı sulandırmakta, milli aidiyet bilincini flu bir “coğrafya kimliği” içine hapsetmektedir.
Oysa “Türk” kimliği, yalnızca etnik bir aidiyet değil; bin yıllık devlet geleneğinin, Kurtuluş Savaşı’nın, ortak dilin, kültürün ve kaderin adı olmuştur. Türk milleti, farklı etnik kökenleri asırlarca aynı potada eritmiş, bu topraklarda ortak bir kader bilinci yaratmıştır. “Türk” kimliğini zayıflatmak, bu ortak bilinci parçalamak demektir.
Tarihsel ve Sosyolojik Arka Plan
Bu ideolojik saldırının kökleri, Osmanlı’nın son dönemine kadar uzanır. İmparatorluğun çözülme sürecinde Batılı güçler, “etnik milliyetçilik” tohumlarını ekerek merkezi otoriteyi zayıflatmışlardır. Cumhuriyet döneminde ise benzer yöntemler, farklı ideolojik maskeler altında sürdürülmüştür. 2000’li yıllardan itibaren küreselleşme ve postmodern kimlik politikaları, “ulus-devlet” kavramını hedef alırken, en sert darbeyi Türk kimliği almıştır.
Türk Kimliği: Kapsayıcı ve Birleştirici
Türk kimliği, sanıldığı gibi dar ve dışlayıcı değil; tam tersine kapsayıcıdır. Anadolu’da, Balkanlar’da, Kafkaslar’da farklı kökenlerden gelen milyonlarca insan, Türk kimliği çatısı altında yüzyıllarca barış içinde yaşamıştır. Bu kimlik, emperyalizme karşı verilen destansı mücadelenin adıdır.
Türk’üm demek, bir üstünlük iddiası değil; tarihe, kültüre ve millete sadakatin ilanıdır. Bu beyanı sınırlandırmak, itibarsızlaştırmak veya “siyasi doğruculuk” maskesi altında sansürlemek, demokratik bir tutum değil; açık bir kimlik asimilasyonu girişimidir.
Son Söz
Biz kim olduğumuzu biliyoruz. Biz, “Türkiyeli” değiliz. Biz, Malazgirt’ten Sakarya’ya, Çanakkale’den 15 Temmuz’a uzanan bir mücadele zincirinin adı olan Türk milletinin fertleriyiz. Hiçbir ideolojik mühendislik, hiçbir küresel proje, bizim milli hafızamızı ve kimlik şuurumuzu silemez.
Kimliğimizden utanmayacağız, geri adım atmayacağız. Ve bilinsin ki; Türk’üm demek, asla suç değil; onurdur.