GHA – ANKARA
Türk milliyetçiliği tarihinin sembol günlerinden biri olan 3 Mayıs 1944, yalnızca bir mahkeme günü değil, aynı zamanda bir fikrin ve inancın kitlesel olarak kendini gösterdiği bir milat olarak kabul ediliyor. Her yıl “Türkçüler Günü” olarak anılan bu tarih, Hüseyin Nihal Atsız ile Sabahattin Ali arasında geçen hakaret davasının ikinci duruşmasının yapıldığı gündür. Ancak olaylar, bir adli sürecin çok daha ötesine geçerek Türk siyasi ve fikri hayatında derin izler bırakmıştır.
DAVA NASIL BAŞLADI?
Olayın fitilini ateşleyen gelişme, Hüseyin Nihal Atsız’ın Orhun dergisinin Mart ve Nisan 1944 sayılarında, dönemin Başbakanı Şükrü Saraçoğlu’na hitaben kaleme aldığı iki açık mektuptur. Atsız, bu mektuplarda özellikle devletin önemli kademelerine sızmış komünist kadrolardan söz etmiş, devleti içeriden tehdit eden bu yapıya karşı uyarıda bulunmuştur. Bu bağlamda Sabahattin Ali’yi açık şekilde “vatan haini” olarak nitelendirmiştir.
Bu ağır suçlama üzerine Sabahattin Ali, Atsız hakkında hakaret davası açmıştır. Ancak dava sürecinde ortaya çıkan bir detay oldukça dikkat çekicidir: Sabahattin Ali’nin savcılığa ve konservatuarın müdürü Orhan Şaik Gökyay’a verdiği ifadede, “Ben dava açmak istemedim, Hasan Âli Bey böyle istedi” demesi, dönemin Millî Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel’in sürece doğrudan müdahil olduğunu göstermektedir.
3 MAYIS’TA NELER OLDU?
Davanın ilk duruşması 26 Nisan 1944’te Ankara’da yapılmış ve dava, ikinci duruşma için 3 Mayıs 1944 tarihine ertelenmiştir. Bu ikinci duruşma, tarihe geçecek olaylara sahne olmuştur. Duruşma günü mahkeme salonu dolup taşarken, dışarıda toplanan binlerce genç, ellerinde Türk bayraklarıyla milli marşlar söylemiş, “Kahrolsun komünistler!” sloganları eşliğinde Ulus Meydanı’na yürümüştür. Bu kalabalık, sadece bir dava için değil, Türk milletinin öz değerlerini savunmak adına bir fikir yürüyüşü gerçekleştirmiştir.
Mahkeme heyeti, Atsız’ın kullandığı “vatan haini” ifadesini mücerret (soyut) bir söylem olarak değerlendirmiş, hakaret sayılmakla birlikte kişisel bir sövme olarak kabul etmiş, ceza verip ertelenmesine karar vermiştir.
İSMET İNÖNÜ’NÜN TUTUMU VE DAVA SONRASI GELİŞMELER
Duruşmanın ardından, dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, olayları bir rejim karşıtlığı olarak değerlendirerek, Hüseyin Nihal Atsız ve onunla fikir birliği içinde olan çok sayıda aydını ve öğrenciyi tutuklattı. Bu tutuklamalar sonucunda başlayan geniş çaplı soruşturma, Irkçılık-Turancılık Davası adıyla anılacak ve Türk siyasi tarihinde derin izler bırakacaktı.
Irkçılık-Turancılık davasında yargılananlar arasında Hüseyin Nihal Atsız’ın yanı sıra Alparslan Türkeş, Reha Oğuz Türkkan, Zeki Velidi Togan gibi dönemin önemli isimleri de yer almıştır. Bu dava, Türk milliyetçiliğinin fikirsel tabanını oluşturanların susturulmaya çalışıldığı bir dönem olarak hafızalara kazınmıştır.
TÜRKÇÜLER GÜNÜ’NÜN İLANI
Bu anlamlı gün, 1954 yılında Hüseyin Nihal Atsız’ın önerisiyle “3 Mayıs Türkçüler Günü” olarak anılmaya başlanmıştır. Atsız’ın bizzat yargılandığı bu gün, aslında Türk gençliğinin milli kimliğine ve kültürel değerlerine sahip çıkma iradesinin sembolüdür. 3 Mayıs, bir dava günü olmaktan çıkıp bir direniş ve duruş günü hâline gelmiştir.
SONUÇ
Bugün hâlâ çeşitli dernekler, sivil toplum kuruluşları ve siyasi çevreler 3 Mayıs’ı anma programları ve etkinliklerle yaşatmaktadır. Türkçülüğün, fikirde, kültürde ve vicdanda birleştirici bir ülkü olarak tanımlandığı bu gün, milliyetçi camia tarafından bir “uyanış ve hatırlayış günü” olarak görülmektedir.
GHA – Güncel Haber Ajansı