Bir düşün: Sen öldükten sonra hayat, sandığın kadar senin etrafında dönmüyor. Bir saat geçer, ağlamalar azalır; ailen eve döner, yemek ve içecek işlerine başlar. İki saat sonra evini arayanlar mazeret bildirir, taziyeye gelenler spor ve siyasetten konuşur. Altı saat sonra, birinci dereceden yakınların dışında herkes evine döner, ertesi günün planlarını yapar.
Ve bu, sadece başlangıç.
24 saat sonra, bedenin doğanın düzenine bırakılır; iç organların çözünmeye başlar. Telefonuna gelmeye devam eden aramalar ve reklam mesajları hiç durmaz. İki hafta sonra çocuklar miras paylaşımı için avukatla görüşür; tırnakların ve dişlerin dökülür. Üç ay sonra eşin televizyonda bir komediye güler; senin bedenin sıvılaşır. Bir yıl sonra, birisi birinci yıl dönümünde: “Vay be, bu kadar oldu mu? Daha dün gibi,” der. On yıl sonra ise, geriye sadece kemiklerin kalır; hatırlanman, eski bir fotoğrafa sığar.
İşte hayatın gerçek ölçüsü: Zaman, senin etrafında durmaz; dünya, senin için durmaz. Peki bugün kafana taktığın öfke, kıskançlık, hırs ve boş kaygılar… Değer mi gerçekten?
Biriktirdiğin hiçbir şey aslında senin değil. Ne maddi kazanımlar, ne gösterişli başarılar… Bu dünyada kalıcı olan tek şey, karakterin, duruşun ve bıraktığın hoş sedadır. Bir ağacın yaprakları gibi, ne kadar parlak ve güzel olursa olsun hepsi bir gün düşer. Ama kökü sağlam bir ağacın varlığı, toprağa verdiği hayatla hatırlanır. İşte karakter de öyledir; görünmez ama kalıcıdır.
Başkasının gözüne hoş görünmeye çalışarak geçirdiğin yılların hiçbiri sana gerçek mutluluk getirmez. Başkalarının ne düşündüğüne takılmadan, kendi doğrularınla, kendi değerlerinle yaşamak… İşte gerçek özgürlük budur. İşte her gün bir bayramdır.
Hayat kısa, geçici ve acımasız. Ama sana her gün yeniden başlama fırsatı sunuyor. Kendin ol, değerlerini yaşat, zamanı boş şeylere harcama. Çünkü sonunda geriye sadece kim olduğun ve nasıl yaşadığın kalacak.
Belgin Uyar