Osman Kayacan yazdı
Bir insan neden elinde bir anahtarla uyumak ister?
İlk bakışta garip gelir. Hatta biraz delilik gibi. Ama Albert Einstein, tam da bunu yapardı.
Her şeyiyle bilimsel aklın sembolü olmuş bir dehanın, bu kadar “anlamsız” bir ritüeli bilinçli olarak tekrar etmesi sizce bir tesadüf mü?
Einstein, en sevdiği koltuğuna oturur, eline bir anahtar alır, avucunu gevşekçe kapatır, altına da metal bir tabak yerleştirirdi.
Sonra gözlerini kapatır, zihnini serbest bırakırdı.
Bildiği bir şey vardı: O an — yani bilinç ile bilinçdışı arasında asılı kaldığımız o kısa geçiş — fikirlerin kıvılcımlandığı, sınırların kalktığı bir eşikti.
Bu hâl psikolojide hipnagogik durum olarak adlandırılır.
Uykuya geçişin eşiği.
Rasyonel filtrelerin devre dışı kalmaya başladığı ama henüz bilinç kaybının tam yaşanmadığı o kısa ama verimli zaman aralığı.
Bu hâl, gerçeklikle hayalin iç içe geçtiği, fikirlerin hiç olmadığı kadar özgürce dolaştığı bir andır.
Zihnin mantık yasalarını esnettiği, çağrışımlarla konuştuğu, imgelerle düşündüğü bir iç yolculuktur bu.
Gündelik akıl, yerini sezgiye bırakır.
Ve çoğu zaman, yaratıcı düşüncenin asıl kaynağı burasıdır.
Einstein, bu eşikte oluşan zihinsel parıltıların peşindeydi.
Tutuşu gevşediğinde, anahtar düşer, metal tabağa çarpar ve çıkan ses onu tam o anda uyandırırdı.
Tam o an — bir fikrin doğduğu, bir düşüncenin şekillendiği o sihirli an — uçup gitmeden yakalanmış olurdu.
Ve o yalnız değildi.
Salvador Dalí, avucunda kaşık tutarak aynı yöntemi kullanıyordu.
Thomas Edison ise elinde metal bilyeler taşırdı.
Hepsi, bilinç ve uyku arasında salınan zihnin gücüne tanıklık etmiş, o sınır hattında keşfe çıkmış dâhilerdendi.
Dahası da var.
Modern nörobilim, bu yöntemin arkasındaki sırrı doğrular nitelikte veriler sunuyor.
Beyin, hipnagogik durumda alfa ve teta dalgaları arasında salınıyor.
Bu da serbest çağrışımları, görsel imgeleri ve sezgisel bağlantıları kolaylaştırıyor.
Yani, beynin adeta “fikir üretim atölyesi” bu esnada tam kapasite çalışıyor.
Ama derin uykuya dalarsanız, tüm bu yaratıcı girdiler silinir gider.
İşte bu yüzden Einstein’ın anahtarı, Dalí’nin kaşığı, Edison’un bilyesi: Uykunun derinliklerine inmeden önce zihinsel altını toplayan küçük çanlardı adeta.
AKLIN SINIRINDAKİ OYUN
Yaratıcılığın kaynağı sadece bilgi birikimi değildir.
Bilgi, birikmiş taşlardır ama inşa için harç gerekir: Hayal gücü.
Ve hayal gücü, çoğu zaman sessizlikte, boşlukta, düşte ortaya çıkar.
Sadece bilim değil; sanat, felsefe, edebiyat da bu geçiş anlarında şekillenir.
Bir müzisyen melodiyi orada duyar, bir şair dizeyi orada yakalar, bir fizikçi formülü orada düşler.
Çünkü orası, aklın zincirlerinden sıyrıldığı, özgürleştiği alandır.
Orası, “düş gören aklın” en üretken hâlidir.
PENCEREYİ AÇMAK
Bugün biz, fikir üretmeye çalışırken ne yapıyoruz?
Cep telefonlarına gömülmüş, sürekli uyarılan bir zihne sahibiz.
Sessizlikten korkuyor, boşlukla baş edemiyoruz.
Oysa yaratıcı düşünce, dikkat dağınıklığında değil, derinlikte yeşerir.
Bazen tek gereken şey, biraz sessizlik ve zihnin kendiyle kalmasına izin vermek.
Belki siz de kendi anahtarınızı bulmalısınız.
Bir düş, bir şarkı, bir koku… Zihninize geçit açan ne varsa…
Çünkü o anahtar, kapıyı sadece düşlere değil; belki de sizin içsel dehanıza açacaktır.
Ve unutmayın:
Bir koltukta, bir anahtara sarılmış biri görürseniz, onun aklını kaybettiğini sanmayın.
Belki de o, geleceğin teorisini kuruyordur.
Belki de dünya tarihinin gidişatını değiştirecek bir fikre sadece saniyeler uzaktadır.
Çünkü bazen en büyük fikirler, en sessiz anlarda, en garip alışkanlıkların içinde büyür.
Osman Kayacan
Saygılarımla