Derya Morcalı yazdı
Henüz 24 saat önce Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş’ın yaptığı kısa ama etkili açıklama, Türkiye’nin geleceğine dair güçlü bir uyarı niteliğindeydi:
“Doğurganlık hızı, Türkiye tarihinin en düşük seviyesi olan 1.48’e geriledi. Bu gidişata dur demek artık hepimiz için bir mecburiyettir.”
Bazen tek bir cümle, binlerce veri setinden daha çok şey anlatır. İşte bu da öyle bir cümleydi. Çünkü 1.48 sadece bir istatistik değil, bir milletin gelecek umudunun kısılmaya başladığının işareti.
Aile Kurumu, Hızla Dönüşüyor
Türkiye gibi toplumsal yapısında “aile” kavramının merkezde olduğu bir ülkede doğurganlık oranının tarihî bir düşüş göstermesi, sadece demografik bir mesele değildir. Bu, aynı zamanda ekonomik güvenceden sosyal dayanışma yapısına, eğitim sisteminden konut politikalarına kadar her alandaki çatlağın büyüdüğünün sessiz ilanıdır.
Ne yazık ki uzun süredir çocuk sahibi olmak, özellikle genç çiftler için manevi bir istekten çok, maddi bir endişeye dönüşmüş durumda.
Kadın Omzuna Yıkılan Gelecek
Bu sorunu yalnızca “kadınlar çocuk doğurmuyor” gibi indirgemeci bir bakışla okumak büyük hata olur. Çünkü burada söz konusu olan şey, kadınların değil, sistemin doğurmadığı çözümlerdir.
• Kreş desteği yetersiz
• Çalışan anne için iş-yaşam dengesi kurulmamış
• Evlenme yaşları sürekli öteleniyor
• Sosyal güvencesi olmayan genç kadınlar, bir de “doğur” baskısı altında
Oysa doğurganlığı artırmak isteyen bir ülke, önce anneliği kutsamakla değil; anneliği kolaylaştırmakla işe başlar.
Teşvikler Yeterli mi?
Açıklanan maddi teşvikler elbette kıymetli. Ama unutulmamalıdır ki bir toplum sadece para ile çocuk sahibi olmaz. Kadın kendini güvende hissetmeli, genç çiftler geleceğe dair umut duymalı, çocuk yetiştirme yalnızca kadının omzuna bırakılmamalıdır.
Doğurganlığı artırmak için yeni konut politikalarına da ihtiyaç var. Kiraların tavan yaptığı şehirlerde tek çocuk bile artık lüks sayılıyor. O halde çocuk sayısından önce, barınma hakkını konuşmalıyız.
Yalnızlaşan Toplum, Sessizleşen Evler
Bugün Türkiye’de yalnız yaşayan insan sayısı artıyor. Komşuluk azaldı, geniş aile kültürü çekildi, sosyal bağlar zayıfladı. Aileler yalnızlaştıkça çocuk fikri daha da öteleniyor. Çünkü çocuk sadece iki ebeveynle büyümez; toplumla, mahalleyle, güven duygusuyla büyür.
1.48: Alarm Zili Değilse Nedir?
Bir milletin kendi nüfusunu yenileyememesi, yalnızca demografi değil, sosyolojik bir çöküştür. Yaşlı nüfusun hızla artması, çalışan genç kuşağın azalması, uzun vadede emeklilik sisteminden sağlık harcamalarına kadar her şeyi tehdit edecektir.
Bunun adı krizdir ama sessiz bir kriz. Çünkü sonuçları yıllar sonra ağırlaşır. Bu yüzden bugün alınacak önlemler, on yıl sonra Türkiye’yi ya ayakta tutacak ya da zayıflatacaktır.
Son Söz: Şimdi Değilse Ne Zaman?
Doğurganlık düşüyor. Aile kurumu dönüşüyor. Kadınlar tedirgin, gençler umutsuz. Bu tabloya karşı yalnızca istatistik sunmak yeterli değil. Gerçek, kalıcı, insan odaklı çözümler üretme zamanı artık geldi.
Yoksa sadece doğurmayan bir toplum değil, geleceği şekillendiremeyen bir toplum hâline geliriz.
Derya Morcalı