Benden Söylemesi: Bir Mektubun Ardından
Yazan: Nihal Taş
İnfazına sadece birkaç saat kalmıştı. Sessizlik, hücrenin dört duvarını döverken, o yalnız başına düşünüyordu. Ne gözyaşı döküyordu ne de isyan ediyordu. Sadece bir kalem ve bir kâğıt istedi.
Son dileği buydu.
Bir mektup yazdı. Uzun sürmedi. Kısa ama keskin cümlelerle yazdı. Hayatının hesabını, kelimelerle verdi. Bu bir vasiyet değildi. Bu bir suç duyurusuydu. Sessiz bir çığlıktı.
Mektup annesinindi.
“Anne,
Eğer bu dünyada biraz daha adalet olsaydı,
Bugün infaz edilecek olan sadece ben olmazdım…
Sen de olurdun.”
Bu satırları okuduğumda boğazıma bir yumru oturdu. İçimde bir şeyler koptu. Her satırı, her kelimesi, yılların suskunluğuna saplanmış bir hançer gibiydi. Bunu bir suçlu yazmıştı belki. Ama aynı zamanda, bir çocuğun annesine duyduğu özlem, kırgınlık ve derin sitemdi bu.
Mektup devam ediyordu:
“Bu mahvolmuş hayatın sorumluluğu yalnızca bana ait değil.
Sen de en az benim kadar suçlusun…”
Ve burada bir durdum.
Çünkü bu cümle, yalnızca bir annenin değil, belki de bu çağın bütün ebeveynlerinin yüzüne tutulmuş bir aynaydı.
Biz çocuklarımızı neyle büyütüyoruz?
Sevgiyle mi, korkuyla mı?
Disiplinle mi, boşvermişlikle mi?
Şefkatle mi, kayıtsızlıkla mı?
Bir çocuğun bisiklet çaldığını gördüğümüzde ona “Yanlış yaptın” diyebiliyor muyuz?
Yoksa göz yumarak “Aman, büyüyünce geçer” mi diyoruz?
Bu mektubun yazarı, annesine geçmişte yaşadığı birkaç anıyı hatırlatıyor. Küçük ama belirleyici anlar… Hırsızlık, yalan, saygısızlık, okuldan kaçma… Hepsinde yanında olan bir anne var. Ama yanlışları düzeltmek için değil, üstünü örtmek için orada olan bir anne…
Ne acı…
Çocuklar masum doğar. Ancak onları şekillendiren, içine doğdukları evdir.
Ve o evin ilk öğretmeni annedir. Sonra baba gelir. Sonra çevre, okul, toplum…
Çocuk bir aynadır.
Ne gösterirsen onu yansıtır.
Ne verirsen onu alır.
Bir çocuğa küçükken “Sen yaparsın oğlum”, “Sen en iyisisin kızım” demek yeterli değildir. Asıl görev, o çocuğa neyi yapmaması gerektiğini öğretmektir. Her doğru davranış kadar, her yanlışın da karşılığı olmalıdır. Merhamet, cezadan bağımsız değildir. Aksine, yerinde uyarı, en büyük merhamettir.
Annesine yazdığı mektubun sonunda şöyle diyordu:
“Seni affediyorum, anne.
Ama senden bir şey rica ediyorum:
Bu mesajı tüm anne babalara ulaştır.
Çünkü onların ellerinde,
Ya onurlu bir insan yetiştirme ya da bir suçlu yaratma sorumluluğu var…”
Bu sorumluluk, sadece bir anneye ait değil. Bu toplumda çocuk yetiştiren, çocuklara dokunan, onları örnek alan herkesin omzunda bir yüktür. Öğretmenin, akrabanın, komşunun, sokakta laf atan yabancının bile…
Çocuklar hayata bizden bakar.
Eğer biz susarsak, onlar yanlışları hak zanneder.
Eğer biz göz yumarsak, onlar kötülüğü meşrulaştırır.
Eğer biz eğmezsek, hayat kırar.
Bu köşe yazısını bir infaz öncesi yazılmış mektuba dayanarak kaleme almak kolay olmadı. Ama gerekti. Çünkü o mektup, sadece bir adamın vedası değildi. Aynı zamanda bir annenin gecikmiş pişmanlığı, bir toplumun ihmal ettiği çocukların ağıdıydı.
Anne babalar,
Çocuklarınızı çok sevin ama akıllıca sevin.
Sorgulamaktan korkmayın, hayır demekten çekinmeyin.
Yanlarında olun ama yanlışlarında değil.
Sadece başlarını okşamayın; kalplerine de dokunun.
Zira bir çocuğun kaderi, çoğu zaman, annesinin suskunluğunda ve babasının yokluğunda yazılır.
Benden söylemesi…