Bekir Zorba yazdı
“Tarih sınıfların değil, milletlerin mücadelesiyle şekillenir.”
Bu söz, sınıf eksenli tarih anlayışına karşı bir meydan okuma gibidir. Marksist düşünce, dünya tarihini sınıflar arasındaki mücadeleyle açıklar. Oysa milliyetçi bakış açısı, tarihi milletlerin iradesi, savaşları ve kültürel gücüyle okur. Belki de en doğrusu, bu iki bakışın da çağın koşullarına göre geçerlilik alanlarını yeniden gözden geçirmek olacaktır. Zira hem millet hem sınıf kavramı artık değişiyor.
Özellikle sınıf meselesi, modern dünyada bir dönüşüm içindedir. 19. yüzyılın işçisiyle, 21. yüzyılın çalışanı arasında ciddi farklar vardır. Marks’ın yaşadığı dönemde işçi, emeğinden başka hiçbir sermayesi olmayan, sosyal güvenceden yoksun, uzun saatler boyunca kötü koşullarda çalıştırılan bir sınıftı. Kurtuluşu ancak devrimde görebilen bu kitle, sistemin dışına itilmişti.
Bugünün işçisi ise çoğu zaman kurumsal bir şirkette çalışır, düzenli maaş alır, evi, arabası, sosyal hakları ve yıllık izinleri vardır. Artık devrim değil, mevcut refahı korumak önceliklidir. 1 Mayıs gibi sembolik günler, çalışanlar için sistemle yüzleşme değil, çoğu zaman dinlenme ya da şenlik vesilesidir. İşçilerin önemli bir bölümü iş başındayken, “onlar adına” sokağa çıkanlar çoğunlukla başka motivasyonlarla hareket etmektedir.
Aynı şekilde milletlerin de yapısı bozulmuştur. Demografik erozyon, doğurganlık oranlarındaki düşüş, yaşlanan nüfus, yaygınlaşan madde bağımlılığı ve göçmen politikalarıyla birçok ülke savaşabilir insan gücünü bile kaybetmiştir. Bugün pek çok ülke sadece cepheye asker sürememekle kalmıyor; sanayisini çevirecek iş gücünü dahi bulmakta zorlanıyor. Çalışmak istemeyen, evde kalmayı tercih eden, üretimden uzaklaşmış kitlelerin sayısı giderek artıyor.
Peki bugünün en büyük sınıflarını kimler oluşturuyor?
Artık ne “millet” dediğimiz yapı homojen, ne de “işçi” dediğimiz sınıf tek tip. Onların yerini giderek büyüyen işsizler, erken emekli olmuşlar, aile desteğiyle geçinenler, sosyal yardımlarla yaşayanlar ve öğrenciler alıyor. Bu gruplar içinde, özellikle çalışabilir yaşta olup çalışmayı reddeden kesim, geleceğin en tartışmalı toplumsal yapısını oluşturuyor.
Bu durum işvereni de farklı arayışlara yönlendiriyor. Otomasyon, yapay zekâ ve robotik çözümler, hem kamu hem özel sektörde giderek yaygınlaşıyor. Yakın gelecekte sadece üretim değil, savaş dâhil birçok alanda makinelerin etkin rol alacağı öngörülüyor.
İnsanoğlu yerini makinalara, insansı robotlara, yapay zekâya terk ederken, belki de yeni çağın egemen sınıfı “insan” değil, kod satırları olacak. Ne klasik işçi kalacak, ne de klasik savaşçı. İnsan, artık kendi yarattığı teknolojiye karşı toplumsal konumunu savunma noktasına geldi.
Elbette bu değişim bir günde olmadı. Ama özellikle son 50 yıl, sınıfların, kimliklerin ve kolektif aidiyetlerin çözülmesine sahne oldu. Yine de insanlar, geçmiş yüzyılın kalıplarına tutunmayı sürdürüyor. Bu da sosyal, siyasal ve ekonomik uyumsuzlukları beraberinde getiriyor. Bugün yaşadığımız birçok karmaşanın, aslında geçmişin alışkanlıklarıyla geleceği anlamaya çalışmamızdan kaynaklandığını görmek gerek.
Sonuç olarak; sınıf kavramı değişiyor, millet kavramı dönüşüyor, toplum ise hızla yeni bir bilinmezliğe ilerliyor. Belki de artık mücadele, sınıflar arasında değil; insanla teknoloji arasında, emekle algoritma arasında, iradeyle otomasyon arasında şekillenecek.
Ve belki de, en büyük sınıf ayrımı, çalışmak isteyenlerle istemeyenler arasında olacak.
Saygılarımla,
Bekir Zorba