Halkın Sesi
Bugün Silivri’deydim. Türk milliyetçiliğiyle tanınan bir siyasetçi olan Ümit Özdağ’ın duruşması vardı.
Salon doluydu. Hakime Hanım, salondaki telefonlar konusunda birkaç kez sert uyarılar yaptı.
Duruşmanın ciddiyeti ortamı belirliyordu.
Ancak tam o anda zihnim beni yıllar öncesine, hafızalardan silinmeyen bir güne götürdü: Habur’a.
2009 yılında Habur Sınır Kapısı’nda kurulan çadır mahkemeleri, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde adaletin ve devlet ciddiyetinin en çok zedelendiği anlardan biriydi.
PKK’lı teröristler davul zurna eşliğinde karşılandı.
Eli silahlı, dağdan inmiş kişiler, “barış süreci” adı altında hukukun içini boşaltan bir düzen içinde sorguya alındı.
Ama ne sorgu!
Sözde bir yargılama, sembolik birkaç soru, ardından serbest bırakılma…
Ve sanki bu yetmezmiş gibi, karşılarında eğilenler, sırtlarını sıvazlayanlar, basın önünde alkış tutanlar…
Bugün ise tablo çok farklı.
Silivri’de görülen dava, bir Türk milliyetçisinin siyasi duruşuyla yargılandığı bir davadır.
Salonda devletin ciddiyeti var, ama bu ciddiyetin ne zaman ve kime gösterildiği büyük soru işareti doğuruyor.
Habur’da serbest kalan teröristler için devletin kapıları sonuna kadar açılmıştı.
Bugün ise Türk milletinin birliğini savunanlar mahkeme salonlarında hesap veriyor.
Bu çelişki artık gizlenemez hale geldi.
Toplum bunu görüyor.
Ve bu millet, görülenle gösterilen arasındaki farkı yavaş yavaş daha net anlamaya başlıyor.
Neden milliyetçi olmak “tehlikeli” hale geliyor da, bölücülüğü savunmak “makul” görülüyor?
Neden bir siyasetçinin vatan, bayrak ve millet hassasiyeti yargılanırken; bu ülkenin altını oymaya çalışanlar, geçmişte ellerini kollarını sallayarak karşılandı?
Bu sorular yalnızca mahkeme salonlarında değil, sokakta, evde, üniversitelerde, kahvehanelerde, cami avlularında konuşuluyor artık.
Çünkü mesele bir kişinin davası değil, bir millete karşı kurulan düzenin meselesidir.
Bugün Ümit Özdağ’ın duruşması bir semboldür.
Türk milliyetçiliği bu ülkede sistemli olarak baskılanıyor.
Susturulmak isteniyor.
Ama bu millet susturulamaz.
Bu topraklar, susturulanların değil, direnenlerin tarihidir.
Her dönemin bir “Habur”u, bir “Silivri”si olur.
Ama unutulmaması gereken şudur:
Adaletin terazisi bir kez bozulursa, gün gelir o terazinin altında herkesten önce zulmü doğuranlar kalır.
Halkın sesi bugün Silivri’den yükseliyor.
Yarın başka bir meydandan, başka bir duruşmadan, başka bir haykırıştan yükselecek.
Ama yükselecek.
Çünkü halkın sesi susturulamaz.
Çünkü bu millet unutmaz.
Ve çünkü adalet bir gün gerçekten yerini bulur.