Halkın Sesi
Yargı, Hayranlık ve Kendine Yabancılaşmanın Anatomisi
Kendini inkâr eden bir akıl, adalet üretemez. Özgürleşmenin ilk adımı, kendi değerlerine sahip çıkmaktır.
Değerli bir hukukçu dostum kısa bir olay anlattı:
“Amerika’da federal polis, bir hakimi gözaltına aldı. Milwaukee bölge hakimi Hannah Dugan, bir kaçak göçmeni tutuklamaya çalışan federal polislere müdahale ettiği gerekçesiyle tutuklandı. Yani, ‘Batı’nın kutsal kabul edilen yargı bağımsızlığı’ dediğimiz şey, söz konusu olduğunda bile sınır tanımıyor.”
Ardından sordu:
“Hukuk fakültelerinde yıllarca bize Batı’nın yargı sisteminin kusursuzluğunu anlatan hocalarımız, neden bu ve benzeri örnekleri hiç anlatmadılar? Neden hep Batı’yı eleştirilmez bir model olarak sundular?”
Aslında bu sorunun cevabı oldukça net:
Kompleks ve Batı hayranlığı…
Tanzimat’tan beri süregelen, kendi kimliğinden utanma hastalığı…
Bugün, “Türk yaparsa yanlış, Batılı yaparsa doğrudur” anlayışı yalnızca sıradan bir halk algısı değil, maalesef akademiye, yargıya ve entelektüel çevrelere de sızmış durumda.
Ve bu, sadece bu bakış açısını üretenlerle sınırlı değil. Onları alkışlayan, bu zihniyeti sorgusuz sualsiz yücelten kitleler de bu kültürel yozlaşmanın bir parçası.
Bu anlayış, eleştiri kültürünü de çökertmiştir.
Çünkü özgür düşünen insan, hayran olduğu kişiyi bile eleştirebilir.
Ancak kompleksli zihinler için hayranlık, sorgusuz teslimiyete dönüşür.
Bugün bir Türk hukukçusu bir başarı elde ettiğinde, kendi meslektaşı şöyle diyebiliyor:
“Boş ver ya… Atıf yapacaksak Batılı birine yapalım. Bizimkiler kendini bir şey sanar sonra.”
İşte burada mesele bir zihniyet sorunudur:
Kendinden utanma, kendini inkâr etme…
Oysa gerçek adalet duygusu, önce kendi kimliğini, kültürünü ve aklını özgürce sahiplenmekle başlar.
Başkasına körü körüne hayran olan bir toplum, gerçek adaleti, gerçek özgürlüğü kuramaz.
Kendi değerini bilmeyen bir millet, başkalarının değer sisteminde kaybolur.
Bugün yalnızca hukukta değil, hemen her bilim alanında “Batı’ya kompleksli bakış” zirve yapmış durumda.
Üretmek, düşünmek, sorgulamak yerine, öğrenilmiş çaresizlikle yetinen bir aydın tipi gelişti.
Bu da sadece bir aydın problemi değildir.
Bu, toplumsal bir kimlik bunalımıdır.
Eğitim sistemimiz radikal bir dönüşüm geçirmeli.
Önce insanı yetiştiren anlayışı değiştirmeliyiz.
Sabırsız, çaba harcamadan başarı bekleyen, kolay yoldan kazanç hayali kuran bireyler yerine;
sabırlı, mücadele azmine sahip, eleştirel düşünen, saygı ve merhamet değerlerini içselleştirmiş bireyler yetiştirmek zorundayız.
Çünkü biliyoruz ki:
Özgür akıl olmadan adalet kurulmaz.
Özgün fikir olmadan medeniyet inşa edilmez.
Bugün hâlâ müstevlilerin (işgalcilerin) emelleriyle kendi hedeflerini birleştiren, kendi milletine yabancılaşmış tipler var bu ülkede.
Ve bu zihniyet, gerçek bir adalet düzeninin de önündeki en büyük engeldir.
Çare:
Islah edici hukuk…
Milli kimlikten utanmayan eğitim…
Ve en önemlisi:
Kendi aklına, kendi değerine, kendi insanına güvenen bir nesil yetiştirmek.
Yoksa sadece başkalarının sesi olur, kendi kaderimizi başkalarının kaleminden okumaya devam ederiz.
Halkın Sesi