Ali Develi
Serdar Öktem’in öldürülmesinde üzerinde durulması gereken birçok ilginç nokta var.
Bu olay, sadece bir cinayet dosyası değil; aynı zamanda devletin bazı mekanizmalarının nasıl işlediğine dair ibretlik bir tablo sunuyor.
Hatırlayalım…
Sinan Ateş’in eşi Ayşe Ateş, duruşmalardan birinde hâkimlere ve savcılara açıkça seslenmişti:
“Bazı kişileri susturacaklar, bunları koruyun.”
Bu uyarısında adı geçenlerden biri de Serdar Öktem’di.
Yani bu cinayet, kimseyi şaşırtmamalıydı; çünkü geliyorum demişti!
Üstelik sadece mahkeme salonlarında değil, savcılığa ulaşan farklı ihbarlarda da Serdar Öktem’in hayatının tehlikede olduğu belirtilmişti.
O ihbarlarda “Daltonlar” isimli bir çeteden söz ediliyordu.
Savcılık da bu uyarıları ciddiye almış, İstanbul Emniyeti’ne yazı göndererek Serdar Öktem’in korunması gerektiğini bildirmişti.
Ama olan oldu…
Serdar Öktem öldürüldü!
Şimdi sormak gerekiyor:
Savcılığın açık uyarısına rağmen, bu cinayet nasıl gerçekleşti?
Cevabı basit ama acı:
Çünkü İstanbul Emniyeti’nin o günlerde “daha önemli işleri” vardı!
CHP’nin önüne 5000 polis göndermesi gerekiyordu!
Çünkü öncelik, bir partinin önündeki kalabalığı bastırmak,
bir “kayyım taslağını” korumaktı.
Devletin güvenlik gücü, siyasî hesapların bekçiliğine soyunmuştu.
İhbarlar, koruma talepleri, insan hayatı… Hepsi ikinci plandaydı.
Serdar Öktem, belli ki artık korunması gereken kategoriden çıkarılmıştı.
Bir dönem kullanışlı görülmüş, sonra “yük” sayılmıştı.
Kendisini kullandırdı, hep korunacağını zannetti.
Ama gözden çıkarılmıştı.
Ve bu ülkede gözden çıkarılanların kaderi hep aynıdır:
Ya susturulurlar,
ya susturulmadan önce susturulacaklarını fark ederler.
Sıradakiler…
Evet, yanlış duymadınız: Sıradakiler!
Onlar da bugün aynı yoldalar.
Kendilerini birilerinin koruması altında sanıyorlar.
Ama unuttukları bir şey var:
Günün birinde, sıra onlara da gelecek.
O yüzden bu saatten sonra yapılacak tek doğru şey var:
Birilerine sığınmak yerine, vicdanınıza sığının.
Serdar Öktem belki bunu yapamadı.
Ama hayatta kalanlar yapabilir.
Çünkü vicdan, koruma ordularından, zırhlı araçlardan, siyasî bağlantılardan daha güçlü bir sığınaktır.
Bakın Dostoyevski’nin Raskolnikov’u bile sonunda buna sığındı.
Suçunu işledi, vicdan azabıyla kavruldu, itiraf etti.
Cezasını çekti ama vicdanı özgürleşti.
Çünkü bazı durumlarda özgürlük, cezaevinde değil;
itirafın huzurunda başlar.
Bugün bu dosyada adı geçen herkesin önünde iki yol var:
Ya sessiz kalacaklar ve korkunun esiri olacaklar,
ya da Raskolnikov gibi davranıp içlerini rahatlatacaklar.
Çünkü hiçbir makam, hiçbir koruma, hiçbir güç vicdanın sesini susturamaz.
Ve bu ülkede en çok eksikliğini hissettiğimiz şey de işte budur:
Vicdan!
Sıradakilere son bir söz:
Kimseye güvenmeyin.
Ne korumalara, ne siyasete, ne de susturulmuş adalete.
Sadece vicdanınıza güvenin.
Çünkü gün gelir, herkesin önüne kendi vicdanı çıkar.
Ve o gün geldiğinde, artık ne koruma kalır ne koltuk.
Sadece siz ve yaptıklarınız…
Ali Develi