Adaletin Ülkeden Ülkeye Değişen Yüzü: Hukuk, Siyaset ve Toplumsal Tepkiler
Köşe Yazısı | GHA – Nihal Taş
Adalet… İnsanlık tarihi boyunca üzerine en çok konuşulan, en çok tartışılan ve en çok özlenen kavramlardan biri. Her millet, her rejim, her birey kendi adalet anlayışını haklı görür; ancak gerçek adalet, evrensel hukuk ilkelerine dayanır ve toplumun tüm kesimlerine güven verebildiği oranda adalettir.
Geçtiğimiz günlerde Türkiye’de ve Fransa’da yaşanan iki ayrı gelişme, bu ilkenin nasıl da farklı zeminlerde uygulandığını ve toplumların verdiği tepkilerin ne derece değişken olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi.
Türkiye’deki Gelişme: Siyasetin Gölgesinde Yargı
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na yönelik verilen mahkûmiyet kararı, sadece bir yargı meselesi olmaktan çıkıp doğrudan siyasi bir kriz malzemesi haline geldi. Mahkemenin kararına duyulan güvensizlik, muhalefet cephesinde adeta bir alarm etkisi yarattı. Toplumun geniş bir kesimi kararı “siyasi bir hesaplaşma” olarak yorumladı.
Görüldü ki; Türkiye’de yargıya olan güven zedelenmiş durumda. Her yargı kararı, özellikle siyasilerle ilgiliyse, haklı-haksız değerlendirmesinden önce “kim istiyor?” ve “kim kazanıyor?” sorularıyla tartılıyor. Bu durum, toplumun vicdanında adaletin yerini duyguların, öfkenin ve kamplaşmanın almasına neden oluyor.
Fransa’daki Gelişme: Hukukun Üstünlüğü Prensibi
Diğer yanda Fransa’da, yıllardır Avrupa siyasetinin en tartışmalı figürlerinden biri olan Marine Le Pen, kamu fonlarını kötüye kullanmaktan dört yıl hapis cezasına çarptırıldı. Sessizlik hâkimdi. Ne sokak eylemleri vardı, ne hükümete yöneltilen yaygın “siyasi komplo” suçlamaları. Ne de adliye önlerinde protestolar…
Fransız halkı ve siyasi aktörleri, yargının bağımsız olduğuna dair bir inanca sahip. Çünkü orada hukuk, yürütme erkinin gölgesinde değil, ona paralel ve ondan ayrı şekilde işliyor. Fransız polisinin sokaklardaki “vur” yetkisi gibi caydırıcı unsurlar da elbette etkili; ancak asıl mesele güven. Devlete, kurumlara, yargıya olan güven…
Toplumsal Hafıza, Siyasi Kültür, Devlet Aklı
Elbette Türkiye ile Fransa arasında sistemsel ve tarihsel farklar var. Türkiye’de yaşanan darbeler, siyasi yargılamalar, kutuplaşmalar ve vesayet kavgaları, hukuk sistemine yönelik güvenin sürekli zedelenmesine neden oldu. Fransa ise yüzyıllardır oturmuş bir demokratik gelenekle, güçlü bir anayasal sistemle yargıya bağımsızlık alanı tanıyor.
Ancak bu farklılıklar, Türkiye’de adaleti sağlamanın imkânsız olduğu anlamına gelmez. Aksine, bu farklar bize rehberlik etmelidir. Çünkü toplumun vicdanında kabul görmeyen bir yargı kararının toplumsal barışa da, devlet otoritesine de katkısı olmaz.
Sessiz Kalmayan Vicdanlar mı, Suskun ve Kabullenmiş Toplumlar mı?
Bir başka mesele de toplumsal tepkilerin niteliği. Türkiye’de insanlar, adaletsizlik algısı karşısında daha refleksif ve duygusal tepkiler verebiliyor. Bu, demokratik bir hak olsa da, tepkilerin devlete yönelmesi veya sistemi yıpratmaya dönüşmesi başka bir tartışmayı beraberinde getiriyor. Fransa’daysa yargı kararlarına sessiz kalmak değil, hukuk yoluyla itiraz etmek daha yaygın.
Demokratik bir toplumda her birey, yanlış olduğunu düşündüğü karara itiraz edebilmelidir. Ancak bu itiraz, sistemin dışına çıkmadan, hukuk zemininde yapılmalıdır. Aksi halde, “adalet arayışı” bir süre sonra “devletle çatışma” zeminine kayar ki bu da istikrara değil, kaosa kapı aralar.
Son Söz: Adalet Herkese Lazım
Bugün siyasi isimlere verilen cezalar, toplumun belli kesimlerini harekete geçiriyor. Ancak unutulmamalıdır ki; adalet bir gün hepimize lazım olacak. Siyasetçi de, gazeteci de, sade vatandaş da, bir gün yargının karşısına çıkabilir. Önemli olan, o gün geldiğinde kararların güvenilir, bağımsız ve tarafsız bir şekilde verilmesidir.
Adaleti konuşmaya, sorgulamaya, aramaya devam edelim. Ama bunu sistemin içinde, hukukla, bilgiyle ve sağduyuyla yapalım. Çünkü güçlü devlet, silahla değil, adaletle ayakta durur
📧 Her türlü soru ve geri bildiriminiz için bizimle iletişime geçebilirsiniz: guncellhaberajans@gmail.com