Yazan:Şeref Kocakaya
Allah bir insana akıl vermişse, günün sonunda o akıl onu mutlaka kurtuluşa ve rahata erdirecektir.
Çünkü her insanın gerçek dostu kendi aklı, ama o insanın gerçek düşmanı da kendi körlüğüdür.
İşte bu nedenle Allah’ın kuluna verdiğinin en iyisi akıl, belaların en kötüsü de cahilliktir.
İnsan, yaratılışın en mucizevi eserlerinden biridir. Ve bu mucizenin zirvesinde, ona bahşedilmiş benzersiz bir cevher durur: Akıl.
Tarih boyunca peygamberlerden filozoflara kadar her bilge, bu ilahi emaneti anlamaya ve doğru kullanmaya çağırmıştır.
Zira akıl, sadece düşünmenin aracı değil, insanın hem bu dünyadaki hem de öte dünyadaki kurtuluş pusulasıdır.
Aklı diri olan insan, hem hakikati arar hem de nefsinin fısıltılarına karşı koyar.
Akıl, insana sadece dünyanın karmaşasını çözme kabiliyeti vermez; aynı zamanda vicdanın sesini duymayı, doğruyla yanlışı ayırt etmeyi ve geçici arzuların tuzağından kurtulmayı öğretir.
Bu yüzden aklın rehberliğinde atılan her adım, kısa vadeli hırslardan sıyrılıp nihai huzura — yani rahata — ulaşmanın yoludur.
Gerçek dost, işte budur:
Olayların sonunu görebilen, hatayı fark edip dönmesini bilen, daima iyiliği işaret eden o içsel rehber…
Kendi aklı.
Ancak her ışığın bir gölgesi, her bilginin bir düşmanı vardır: Körlük.
Buradaki körlük, sadece gözün değil, ruhun körlüğüdür.
Bilgi eksikliğinden değil, bilmeye kapalı olmaktan doğar.
İnsanın, hakikati duymak istememesi; önyargılarının, kibirinin, öfkesinin ardına saklanmasıdır.
Cahillik, bir insanı yalnızca yanlış kararlar vermeye sürüklemez; ondan çok daha tehlikelisi, manevi çöküşe sebep olur.
Kendi aklını susturup, öfkesini konuşturan insan, farkında olmadan kendi ışığını söndürür.
Ve o andan itibaren, aklın değil, körlüğün rehberliğinde yürümeye başlar.
İslam düşüncesi de dahil olmak üzere tüm bilgelik gelenekleri, aklı en yüce armağan, cahilliği ise en yıkıcı bela olarak görür.
“Allah’ın kuluna verdiğinin en iyisi akıl, belaların en kötüsü cahilliktir.”
Bu söz, sadece bir öğüt değil, bir hayat yasasıdır aslında.
Zira akıl, insanı hem dünyevi başarıya hem de manevi olgunluğa taşır.
Cahillik ise, potansiyeli yok eden, toplumu kaosa sürükleyen, bireyi kendi özünden uzaklaştıran bir karanlıktır.
Bir toplumun geleceğini belirleyen şey, sahip olduğu servet ya da silah değil; sahip olduğu akıl düzeyi ve cahillikle mücadelesidir.
İnsanoğlunun kaderi, işte bu iki güç arasında gizlidir:
Akıl ve körlük.
Biri ışık, biri karanlık.
Biri özgürlük, biri esaret.
Akıl, bize yol gösteren, tehlikeleri işaret eden, vicdanın sesini taşıyan bir fenerdir.
O feneri yakmak da, söndürmek de bizim elimizdedir.
Eğer insan, fıtratına yerleştirilmiş bu ilahi rehberi kullanırsa; kendi aklıyla dost olur, kendini bulur ve kurtuluşa erer.
Ama eğer aklı terk eder, körlüğüne sığınırsa, kendi elleriyle kendi huzurunu yok eder.
Gerçek ve kalıcı huzur, ancak aklın ışığında yürümekle, cahilliğin karanlığından azat olmakla mümkündür.
Zira körlerin dünyasında hakikat, hep bir “söylenti” olarak kalır;
ama aklını diri tutanlar, o hakikati hem görür hem yaşar.