Belgin Uyar Açık
Trump–Erdoğan görüşmesinin hemen ardından, Kuzey Suriye’de dikkat çekici haberler dolaşmaya başladı. İddiaya göre, Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile Şam Hükümeti arasında, SDG’ye bağlı silahlı güçlerin Suriye Merkezî Ordusu’na entegre edilmesi konusunda bir anlaşma sağlanmıştı. Ancak bu haberlerin gerçeği tam olarak yansıtmadığı kısa sürede anlaşıldı.
Gerçek tablo şudur:
SDG’ye bağlı birlikler, kâğıt üzerinde Suriye Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanacak. Ancak bu birliklerin örgütsel yapısı, komuta zinciri ve emir-komuta disiplini olduğu gibi korunacak. Üç tümenden oluşacağı söylenen bu güçler, hâlen SDG’nin hâkimiyetinde bulunan Deyrizor, Rakka ve Haseke bölgelerinde görev yapacaklar.
Bu tablo açık bir kandırmacadır.
Bir ordu etnik köken esasına göre kuruluyorsa, o ordunun merkezi yönetimden emir alması mümkün değildir. Böyle bir yapı, birleştirici değil ayrıştırıcı sonuçlar doğurur.
Dolayısıyla bu gelişme, “SDG Özerk Bölgesi” için atılmış yeni ve güçlü bir adımdır. Devamında, özerk bölgenin kendi yasama organı, yargı sistemi ve hatta dış ilişkiler mekanizması talepleri gündeme gelecektir.
Nitekim ABD’nin bölgedeki büyükelçileri de uzun süredir bu modeli savunuyor: güçlü bir ulus-devlet yerine, gevşek bağlarla yönetilen federal veya özerk yapılar…
Bu model sadece SDG için değil, güneyde İsrail’in koruması altındaki Dürzi bölgelerinin de fiilen özerk hale gelmesini kolaylaştıracaktır. Dahası, Suriye’nin başka bölgelerinde de benzer yapılar ortaya çıkabilir.
Merkezi yönetimi zayıf olarak tasarlanan bir devletin uzun ömürlü olması mümkün değildir. Şam’daki yönetimin böylesi bir denklemde ülkenin tamamını idare etmesi imkânsızdır.
Yanılmayı isterim ama Suriye’nin önüne konan bu tablo, ülkenin parçalanmış bir yapı haline dönüşmesini hızlandırmaktadır.
Bu bağlamda, Erdoğan–Trump görüşmesinin ardından Türkiye’nin Suriye konusundaki tezlerinin büyük ölçüde kabul görmediği de net biçimde ortaya çıkmıştır.
Artık iktidarın, güçlü bir Suriye politikası oluşturmak için muhalefetle –özellikle CHP ile– her detayı açıkça paylaşması kaçınılmaz hale gelmiştir.
Çünkü Türkiye’nin çıkarı, etnik temeller üzerine inşa edilen bir “yeni Suriye”de değil, merkezi ve güçlü bir Suriye devletindedir.




