Ali Küpelinin kaleminden…
Sofya, 1914… Bulgar Kralı’nın ülkesindeki yabancı devlet temsilcilerine verdiği resepsiyonda sohbetler ilerliyordu. Üniformasının içinde çakı gibi duran sarı saçlı, mavi gözlü bir Türk subayı dikkat çekiyordu. Yanına yaklaşan bir adam, samimiyetle elini uzattı:
“Merhaba! Siz, herkesin övgüyle bahsettiği Osmanlı Ateşemiliteri, Yarbay Mustafa Kemal Bey olmalısınız.”
“Merhaba! Siz de Türkçe konuştuğunuza göre…”
“Evet, ben de sizin gibi Türküm. Kendimi tanıtmama izin verin: Varna Milletvekili Şakir Zümre.”
O gece, uzun yıllar sürecek bir dostluğun temeli atılmıştı. Mustafa Kemal ile Şakir Zümre, Sofya’dan ayrılana kadar birbirlerine yaren oldular; hem kişisel hem de vatan hizmeti ekseninde kurulmuş bu bağ, yıllar sonra Türkiye’nin kaderini etkileyecek bir güven bağına dönüştü.
Milli Mücadeleye Gizli Katkı
1920 yılında, Şakir Zümre’nin posta kutusuna Türkiye’den bir telgraf düştü:
“Kıymetli dostum Şakir Zümre, Türk Milli Mücadelesinin başarıya ulaşması için vatan sizden hizmet bekler. Listede yer alan silah ve mühimmatı temin ederek anavatana göndermenizi rica ederiz. — Mustafa Kemal”
O dönemde silah ve mühimmat sağlamak, kolay bir iş değildi. Avrupa’nın politik dengeleri ve Osmanlı sonrası mirasın getirdiği engeller, lojistiği oldukça karmaşık hâle getiriyordu. Ancak Şakir Zümre, diplomatik bağlantılarını ve ticari ilişkilerini kullanarak gerekli malzemeyi temin etti ve Ankara’ya gönderdi.
Birkaç ay sonra gelen ikinci bir telgraf, Ankara’dan yeni bir talebi bildiriyordu:
“Kıymetli kardeşim Şakir Zümre, Anadolu’nun zor şartlarında kendi silah ve mühimmatımızı üretmeye çalışıyoruz. Bunun için daha fazla yetişmiş insan gücüne ihtiyacımız var. Bulgaristan’da silah üretimi konusunda tecrübeli elemanları bularak Ankara’ya göndermenizi rica ederiz. — Mustafa Kemal”
Dumanlar saça saça Ankara garına giren kara treni karşılayan Türk subayı, heyecanla konuklarını selamladı:
“Hoş geldiniz beyler. Sizler, Şakir Zümre Bey’in gönderdiği teknik elemanlar olmalısınız. Buyurun, Mustafa Kemal Paşa sizi bekliyor.”
Bu küçük ama kritik görev, Şakir Zümre’yi Milli Mücadele’nin görünmez kahramanlarından biri hâline getirdi. Silah ve mühimmatın yanı sıra bilgi, teknik eleman ve lojistik destek sağlayarak, savaşın kaderini etkileyecek katkıları sağladı.
Türk Sanayii Harbiye ve Madeniye Fabrikası
1925’te İstanbul Haliç kıyısında, “Türk Sanayii Harbiye ve Madeniye” fabrikasını kurdu. Fabrika, Türk Kara, Hava ve Deniz Kuvvetlerinin ihtiyaç duyduğu silah ve mühimmatın üretildiği bir merkez hâline geldi. 300, 500 ve 1000 kiloluk bombalar, denizaltı ve sualtı bombaları, mayınlar, işaret fişekleri ve el bombaları… Şakir Zümre’nin fabrikasında üretilen her silah, milli gücün ve sanayinin simgesiydi.
Milli Bayramlarda Vatan Caddesi’nden geçen geçitler, onun ürettiği silahlarla onurla doluyordu. Yüzde yüz yerli sermaye ile kurulan bu girişim, Türk mühendisinin, işçisinin ve girişimcisinin gurur kaynağıydı.
Atatürk, onun başarısını yakından takip ediyor, milli sanayinin önemini her fırsatta vurguluyordu. Şakir Zümre, Atatürk’ün dostu ve Türkiye Cumhuriyeti’ne hizmet eden bir sanayici olarak, tarihe ismini altın harflerle yazdırmıştı.
Dış Müdahaleler ve Fabrikanın Sobaya Dönüşmesi
Ancak dünya dengeleri değişiyordu. Mustafa Kemal vefat etmiş, 1940’ların sonunda Amerika’dan gelen Marshall yardımları, Türk milli sanayisini zorlamaya başlamıştı. Ülkeye sokulan ikinci el silahlar, kendi üretimini köstekliyor; devlet ise ondan silah alamadığından fabrikanın mali durumu giderek kötüleşiyordu.
Çaresiz bir karar alındı: Kapıya kilit vurmaktansa, fabrikanın üretimini soba imalatına çevirmek. Bir Milli Bayramda, Vatan Caddesi’nden resmi geçidi izleyen devlet erkânının gözüne soba yüklü, üzerinde “ŞAKİR ZÜMRE” yazan bir kamyon çarptı. Bu, milli savunma sanayimizin gözbebeği bir adamın trajik bir simgesiydi; gurur, bir kamyon soba üzerine taşınmıştı.
Vefat ve Miras
Şakir Zümre, 1966’da vefat etti. Fabrikası dört yıl daha dayanabildi ve 1970’te kapısına kilit vuruldu. Türkiye’yi silah ve mühimmatta dışa bağımlılıktan kurtarmak için çalışan, İstiklal Madalyalı büyük bir vatanperverin hikâyesi böylece tamamlandı. Ama ne yazık ki mutlu bir sonla bitmedi.
Vecihi Hürkuş, Nuri Killigil, Nuri Demirbağ, Devrim otomobilleri, Karakurt ve Bozkurt lokomotifleri… Onlar da benzer mücadeleleri verdi. Okunsun diye değil, dokunsun diye yazılır bazı hikâyeler.
Bugün bizlere düşen, geçmişin kahramanlarını hatırlamak, ders almak ve milli sanayinin değerini unutmamaktır.