Belgin Uyar
Zonguldak’ta yaşanan bir olay, hepimizin içini yaktı.
Henüz 16 yaşında bir kız çocuğu, karın ağrısı şikayetiyle gittiği hastanede doğum yaptı.
Evet, yanlış okumadınız: Bir çocuk doğum yaptı.
Olayın ardından soruşturma başlatıldı. Ama sorulması gereken asıl soru şu:
Bu çocuk, o hastanenin kapısına gelene kadar neredeydi?
Bu ülkede her çocuk gelin haberi, sadece bir vakayı değil, yıllardır süren bir ihmaller zincirini gözler önüne seriyor.
Bir çocuk, nasıl olur da evlendirilir?
Bir çocuk, nasıl olur da hamile kalır?
Bir çocuk, nasıl olur da bir yetişkinin sorumluluğunu taşımak zorunda bırakılır?
Cevaplar hep aynı: “Aile razıydı.”, “Köyde herkes biliyordu.”, “Adet böyleydi.”
Ve işte tam da bu cümleler, bu toplumsal utancın devam etmesine neden oluyor.
Bir toplumun aynası: Suskunluk
Zonguldak’taki olay, Türkiye’nin dört bir yanında yaşanan binlerce örnekten sadece biri.
Resmî rakamlara göre her yıl yüzlerce çocuk, henüz reşit olmadan doğum yapıyor.
Kayıtlara geçmeyenler, gizlenenler, üstü örtülenler ise kim bilir kaç bin?
Bu çocuklar; eğitimden koparılıyor, aile baskısıyla “evlendiriliyor”, kimi zaman “dini nikâhla” adeta görünmez hale getiriliyor.
Toplum da çoğu zaman seyirci kalıyor.
Çünkü “aile meselesi” denilerek üstü örtülüyor.
Oysa bu mesele, sadece bir ailenin değil, bir ülkenin vicdan meselesidir.
Yasalar yeterli mi?
Türk Ceza Kanunu’na göre, 18 yaşından küçük biriyle cinsel ilişki suçtur.
Ama yasalar kâğıt üzerinde kaldığında, çocuklar korunmuş olmuyor.
Bazı bölgelerde “rızası vardı” denilerek, “imam nikâhı kıyılmıştı” bahanesiyle davalar düşürülüyor.
Oysa 16 yaşındaki birinin rızası diye bir şey yoktur.
Çünkü o henüz çocuk, çünkü henüz hayatın yükünü taşıyabilecek yaşta değil.
Devletin görevi yalnızca olay sonrası soruşturma başlatmak değil; bu olaylar yaşanmadan önce çocukları koruyacak sosyal mekanizmaları çalıştırmaktır.
Okuldan kopan kız çocuklarını takip eden sistemler, riskli bölgelerde eğitim seferberlikleri, ailelere yönelik bilinçlendirme programları olmadan bu döngü kırılmaz.
Yoksulluk, cehalet ve kader üçgeni
Çocuk yaşta evliliklerin ardında çoğu zaman yoksulluk, eğitimsizlik ve çaresizlik vardır.
Birçok aile, kızını “evlendirerek” yükünden kurtulduğunu sanıyor.
Oysa o kız çocuğu, yeni bir hayat kurmuyor; yeni bir esaretin içine itiliyor.
Çocuk yaşta anne olmak, sadece bedensel değil, ruhsal bir travmadır.
Ne çocukluğunu yaşayabilir, ne anneliği…
Hayat, onun için erken başlar ama hep eksik kalır.
Toplumun sorumluluğu
Bu ülkenin her ferdi, bir çocuğun hayatına dokunabilecek güce sahiptir.
Bir öğretmen, devamsızlık yapan öğrencisini takip edebilir.
Bir komşu, bir muhtar, bir doktor, bir gazeteci…
Hepimizin fark ettiği ama konuşmaktan çekindiği o sessizlik, işte tam da orada büyüyor.
Bir çocuk, bir gecede “gelin” oluyorsa, orada sadece bir kişi suçlu değildir; suskun kalan herkesin payı vardır.
Çocuk kalabilmek bir haktır
Bir ülkenin gelişmişliği, çocuklarına verdiği değerle ölçülür.
Eğer biz çocuklarımızın çocuk kalmasına izin veremiyorsak, ne kadar büyüdüğümüzün hiçbir anlamı yok.
Zonguldak’taki 16 yaşındaki o kız çocuğu, artık bir anne.
Ama asıl mesele şu: O, kendi annesinin çocuğu olma hakkını bile yaşayamadan anne oldu.
İşte bu, bir toplumun en büyük yenilgisidir.
Çocuk gelinler olmasın.
Bir daha hiçbir hastanede, hiçbir köyde, hiçbir evde çocuk yaşta birinin doğum yaptığı haberi duyulmasın.
Çünkü her “çocuk gelin” haberi, bir ülkenin vicdanına kazınmış kara bir lekedir.