Hayat bazen, gözlerimizin önünde olanı görmezden gelmekle geçer.
Kendi dünyamızda yarattığımız inançlar, korkular ve önyargılar öyle güçlü olur ki, gerçeklerin kendisini dahi fark edemez hale geliriz. Mehmet Açık’ın anlattığı bu öykü, bu gerçeği en yalın biçimiyle önümüze seriyor.
Hikayede, kendisinin öldüğüne inanan bir hasta var. Bu inanç o kadar derin ve sarsılmaz ki, hasta hiçbir yaşamsal aktiviteye katılmıyor, yemek yemiyor, neredeyse yaşamaya dair en temel ihtiyaçlarını dahi terk etmiş durumda. Ona yardım etmeye çalışan uzman psikiyatristler, farklı yöntemlerle hastayı ikna etmeye çalışsa da, başarısız oluyorlar. Çünkü hasta, kendi yarattığı bu karanlık gerçekliğe sıkı sıkıya tutunmuş durumda.
Sonunda bir psikiyatrist, hastanın ölülerin kanayıp kanamayacağına dair bir soru soruyor. Hasta, kesin bir ifadeyle “Elbette kanamıyor, çünkü ölülerin tüm yaşamsal fonksiyonları durmuştur.” diyor. Ancak doktor küçük bir iğneyle hastanın parmağını hafifçe batırıyor ve kan çıkıyor. Hasta, şaşkınlıkla kanı izliyor ve “Kahretsin! Ölüler de kanıyor.” diyerek, kendi inancıyla yüzleşmek zorunda kalıyor.
Bu basit ama derin anekdot, bize çok önemli bir ders veriyor: Görmek istemeyen kadar kör kimse olamaz! Gerçek, ne kadar açık ve gözümüzün önünde olursa olsun, ona inanmak istemediğimiz sürece göremeyiz. Kendi zihnimizde ördüğümüz duvarlar, aslında bizi hayatın gerçeklerinden koparıp uzaklaştırır.
İnsan, bazen kendi kafasında yarattığı önyargılarla, korkularla ve inançlarla gerçekleri filtreler. Bu filtreler, dünyayı anlamamızı engeller, olayları çarpıtır, hatta çoğu zaman tamamen yanlış yorumlamamıza yol açar. Örneğin; bir kişi, kendi başarısızlıklarını kabul etmek istemediğinde, nedenleri dış etkenlerde arar ve gerçek nedenleri görmek istemez. Veya toplumsal meselelerde, kendi konfor alanını korumak adına gerçeklerin üstünü örter, onları görmezden gelir.
Ancak gerçekler, er ya da geç kendini gösterir. İster acı olsun, ister sevindirici, gözlerimizi kapatarak yok sayamayız. Onlarla yüzleşmek zorundayız. Çünkü ancak gerçekleri kabul ettiğimizde, çözümler üretebilir, ilerleyebiliriz.
Hastanın yaşadığı durum, aslında hepimizin hayatında yaşadığı bir metafordur. Kimimiz zor bir gerçeği görmek istemez, kimimiz hatalarını kabul etmekten kaçınır. Oysa görmek, anlamak ve kabul etmek özgürlüğün ilk adımıdır.
Bu nedenle, hayatın içinde karşımıza çıkan zorluklara, olumsuzluklara ve gerçeklere kör kalmak yerine, onları açık yüreklilikle kabul etmeliyiz. Çünkü gerçeklere gözünü kapatan kişi, kendi hayatını da karanlıkta bırakır.
Unutmayalım ki, hayat ne kadar zor ve karmaşık olursa olsun, gerçekleri görmeden ve anlamadan hiçbir yere varamayız. Kendi gözlerimizle görmek, aklımızla değerlendirmek ve yüreğimizle kabullenmek, yaşama dair en büyük cesaret ve erdemdir.
Mehmet Açık