Mehmet Açık
“Hiç kimse, kendi ihtiyacından fazlasına sahip olmamalı. Hatta ihtiyacı olanı, daha çok ihtiyacı olana vermek gerektiğine dair içsel bir motivasyonu olmalı insanın.”
Bu cümleyle başlamak istedim bugün. Çünkü yaşadığımız çağda bu söz, bir hayalden çok bir sınav kağıdıdır insanlık için. Ve ne yazık ki, bu sınavdan sınıfta kalıyoruz.
İhtiyaçtan fazlasını elde etmeyi başarı sayan, paylaşmayı ise acziyet olarak gören bir dünyada yaşıyoruz. Zenginliğin alkışlandığı, yoksulluğun yok sayıldığı, sosyal adaletin sadece seçim dönemlerinde hatırlandığı bir düzende, gerçekten insanca yaşadığımızı söyleyebilir miyiz?
Biriktirme Hastalığı: Modern Toplumun Sessiz Virüsü
Modern insanın en büyük tutkusu “sahip olmak.” Evler, arabalar, markalar, unvanlar… Bunları biriktirdikçe daha değerli olduğumuzu sanıyoruz. Oysa gerçek değer, paylaşabildiklerimizle ölçülür. Sahip olmak, bir insanın karakterini tanımlamamalı. Asıl önemli olan, neye sahip olduğumuz değil, neye gönlümüzü açtığımızdır.
Bugün dünyada yaklaşık 800 milyon insan yetersiz besleniyor. Buna karşın, sadece Avrupa’da her yıl 100 milyon ton gıda çöpe atılıyor. Her yıl 5 yaşın altındaki milyonlarca çocuk temiz suya erişemediği için hayatını kaybediyor, ama dünyanın başka bir ucunda lüks tatil köylerinde su israfı rekor seviyelere ulaşıyor.
Bu çelişkileri konuşmadan, “medeniyiz” demek boş bir övünçten ibarettir.
Vicdanın Ekonomisi Olur mu?
Evet, olur. Olmalıdır da. Ekonomik modeller, büyüme rakamları, borsa endeksleri… Bunların hepsi önemli olabilir ama vicdan eksenli bir ekonomi inşa etmeden, refah yalnızca bir azınlığın lüksüdür. Eğer bir sistem, bir çocuğun aç kalmasını normalleştiriyorsa, o sistemin ne kadar “başarılı” olduğu tartışmaya açık olmalıdır.
Toplumsal adalet, sadece yasa kitaplarında değil, bireyin kalbinde başlar. İçinden gelerek paylaşmak, sadece elindekini değil, yüreğini de sunmak… İşte bu, insanı “tür” olmaktan çıkarır, değer haline getirir.
İçsel Motivasyon: Dayanışmanın Yeni Tanımı
Dayanışma bugün çoğu zaman “zorunlu yardım” gibi algılanıyor. Oysa bu, doğal bir içsel eğilim olmalı. Bir insan, ihtiyacı olanı gördüğünde içi sızlamıyorsa; kendine değil, vicdanına yabancılaşmıştır.
Gerçek ahlak, yasalara uymak değil, kimsenin görmediği yerde doğruyu yapmaktır.
Bir toplumun olgunluğu, ne kadar teknoloji ürettiğiyle değil, ne kadar empati kurabildiğiyle ölçülür. Ve o empati, paylaşma davranışında hayat bulur. O yüzden içsel motivasyon, sadece insani bir değer değil; medeniyetin temel taşıdır.
Yeryüzü Aşkın Yüzü Ne Demek?
Bu cümle, şiirsel bir hayal değil. Gerçek bir hedef, gerçek bir idealdir. Aşk, burada sadece romantik bir duyguyu değil, evrensel bir bağlılığı simgeliyor. “Yeryüzü aşkın yüzü oldu” dediğimiz gün, savaşların yerini barışa, açlığın yerini doygunluğa, yalnızlığın yerini birlikte yaşama iradesine bıraktığı gün olacak.
Düşünsenize, dünya öyle bir yer haline geliyor ki; insanlar birbirini sömürmüyor, toplumlar çıkar değil, değer birliğiyle hareket ediyor.
İşte o zaman yeryüzü, artık sadece yaşanacak bir gezegen değil; hissedecek bir kalbe dönüşür.
Son Söz Yerine: Biz Başlayalım
Belki bu yazıyı okurken “Ne değişir ki?” diyenler olacak. Evet, belki dünya bir günde değişmeyecek. Ama siz değişebilirsiniz. Biz değişebiliriz. Ve bu, dünyayı değiştirmeye yeter.
Fazlamızı ihtiyaç sahibine vermekle, gözümüzü değil kalbimizi doyurmakla, sadece kendimizi değil başkasını da düşünmekle… Başlayabiliriz.
Unutmayalım: Paylaşmak, sahip olmanın en yüce hâlidir. Ve bir gün, gerçekten “insanca” yaşadığımızda, sadece insan değil, insanlık olmuş oluruz.
O gün geldiğinde çocuklarımıza diyeceğiz ki:
“Biz değiştirdik. Yeryüzü artık aşkın yüzü.”
Mehmet Açık
Köşe Yazarı