“Türkiye’de Emek Rejimini Cehenneme Dönüştürdüler”
Türkiye’de son yıllarda “istihdam” kelimesi, siyasal propaganda dilinde sıklıkla tekrarlanıyor. Ancak bu tekrar, gerçeği değiştirmiyor. Evet, bir istihdam yaratılıyor. Fakat bu istihdamın niteliği, emeğin değeri, çalışma koşulları ve ücret seviyesi gibi temel göstergelere bakıldığında ortaya çıkan tablo son derece vahim.
Türkiye’de çalışanların yüzde 36,3’ü, sahip oldukları eğitim düzeyinin ve mesleki yeteneklerinin altında beceri gerektiren işlerde çalışıyor. Bu ne demek? Mühendis kasiyerlik yapıyor, öğretmen depo işçiliği yapıyor, sağlık teknisyeni inşaatta amelelik yapıyor. Oysa bu bireyler, bu ülkenin yükseköğrenime yatırım yaparak yetiştirdiği nitelikli işgücünü temsil ediyor. Ve sistem, onları zayi ediyor.
Bu tablo üç kritik soruna işaret ediyor:
1. İşgücü planlaması yok.
2. Sektörel istihdam politikaları çökmüş durumda.
3. Emeğin karşılığı piyasa şartlarına teslim edilmiş, denetimsiz bir düzende eritiliyor.
Düşük Ücret, Uzun Saatler, Yüksek Yoksulluk
Nitelik altı istihdam yalnızca bir mesleki israf değil, aynı zamanda yapısal bir yoksulluk döngüsüdür. Çünkü bu tür işlerde ücretler düşüktür. Çalışma saatleri fazladır. Güvence yoktur. İş kazası riski yüksektir. Sendika hakkı fiilen engellenir. Ve emekçi, sürekli borçla yaşamaya mecbur bırakılır.
TÜİK’in son verilerine göre çalışanların yüzde 49’u asgari ücret ya da biraz üzeri bir maaşla geçinmeye çalışıyor. Bu rakam, Avrupa ortalamasının neredeyse üç katı. OECD ülkeleri arasında Türkiye, çalışan yoksulluğunda ilk sıralarda yer alıyor. Diğer bir ifadeyle, bu ülkede “çalışmak” artık yoksulluğa çare değil, yoksulluğun şekil değiştirmiş hali.
“İstihdam Yarattık” Söylemi Gerçeği Örtmüyor
Siyasal iktidarın sıkça dile getirdiği “istihdam yaratıyoruz” söylemi, gerçekte emek sömürüsünü meşrulaştıran bir propaganda aracına dönüşmüş durumda. Yaratılan işlerin büyük kısmı kayıt dışı, mevsimlik, geçici, düşük ücretli ve güvencesiz alanlarda. Bu tür istihdam modeli, kısa vadede işsizlik verilerini törpülüyor gibi görünse de, uzun vadede emek piyasasını çökertiyor.
Bugün Türkiye’de gençler arasında diplomalı işsizlik oranı yüzde 28 seviyelerinde. Kadınların işgücüne katılım oranı hâlâ yüzde 35’in altında. Kırdan kente göç eden binlerce aile, ucuz işgücü olarak inşaatlarda, tekstil atölyelerinde ya da tarım mevsimlik işlerinde yaşam mücadelesi veriyor. Ve tüm bunlara rağmen “istihdam yarattık” deniliyor.
Sorumluluk Kimde?
Bu tablo tesadüf değil, tercihtir. Bu tablo; sosyal devlet ilkelerini terk eden bir anlayışın, emeği yalnızca maliyet gören patronaj sisteminin ve devletin denetimsizlikte ısrar eden yönetim modelinin ürünüdür.
İstihdam politikası yalnızca rakamdan ibaret değildir. Aynı zamanda ahlaki bir tercihtir. Bir ülke emeğini nasıl kullanıyorsa, geleceğini de öyle inşa eder. Türkiye, şu anda emeğini ucuzlatıyor, değersizleştiriyor ve tüketiyor. Ve bu durum sadece bugünü değil, geleceği de ipotek altına alıyor.
Ne Yapmalı?
Türkiye’nin emek rejimini yeniden kurmak zorundayız. Bunun için:
• Nitelikli işe erişim hakkı anayasal güvence altına alınmalı,
• Kamusal istihdam planlaması şeffaf biçimde yapılmalı,
• Asgari ücret gerçek yaşam maliyetlerine göre belirlenmeli,
• Sendikal haklar genişletilmeli ve fiilen uygulanmalı,
• İş güvenliği ve sosyal güvence politikaları güçlendirilmelidir.
Aksi takdirde bu ülke, çalıştığı halde yoksul kalan milyonların cehennemine dönüşmeye devam edecek.
Türkiye’de emek rejimi sadece adaletsiz değil; sistemli biçimde emekçiyi hayatta kalmaya mecbur eden bir yapıya dönüşmüştür.
Ve bunu düzeltmek için sadece rakamlara değil, vicdana ve kararlılığa ihtiyaç var.
Erhan Arslan
GHA Ekonomi Servisi Müdürü