Mehmet Açık yazdı
Adalet, bir devletin kalbidir.
Kalp bozulduğunda, vücudun geri kalanı ne kadar güçlü görünürse görünsün, yaşamak sadece bir “görüntüden” ibarettir.
Bugün Türkiye’nin yargı sistemi, işte tam da bu durumda.
Kalp atıyor ama ritmi bozuk.
Dosyalar işliyor ama adalet işlemiyor.
Mahkemeler çalışıyor ama güven yok.
11. Yargı Paketi’nin ardından yeniden gündeme gelen tartışma şu soruda düğümleniyor:
“Yargı gerçekten bağımsız mı?”
Bu soruya artık açık yüreklilikle cevap vermek gerekiyor.
Hayır, değil.
Çünkü yargı, siyasetin gölgesinde nefes alıyor.
Yargıçlar ve savcılar, “karar mı veririz, yoksa birilerini üzer miyiz?” ikilemi arasında sıkışmış durumda.
Bir davada delil yok ama talimat var.
Bir başka davada suç yok ama hedef var.
Ve en acısı, bu çarpıklık artık kimseyi şaşırtmıyor.
Yargıya güvenin yerini “nasıl olsa bir yolu bulunur” düşüncesi aldı.
Oysa adaletin gücü, bağımsızlığından gelir.
Saraydan değil, vicdandan beslenir.
Ama yıllardır yapılan yargı paketlerinin hiçbiri, bu çürümüşlüğe dokunmadı.
Çünkü dokunmak istemediler.
Çünkü sistem, bu haliyle birilerini koruyor;
Birilerini dokunulmaz kılıyor;
Birilerini ise susturuyor.
Yargı, siyasallaştıkça toplum kutuplaşıyor.
Adalet terazisi, kimliklere, fikirlere, mensubiyetlere göre eğiliyor.
Birinin suç sayıldığı yerde, diğerinin kahraman ilan edilmesi…
İşte adaletin en ağır çöküşü budur.
Bugün Türkiye’de insanlar artık mahkeme kararlarından değil, sosyal medyada yazılanlardan korkuyor.
Yargılamalar adalet için değil, algı için yapılıyor.
Gazeteciler, düşünürler, sivil toplum insanları “düşman” ilan edilerek susturuluyor.
Bu bir hukuk düzeni değil, bir korku düzeni.
Adaletin siyasallaştığı bir ülkede, toplumun vicdanı körelir.
Ve o ülke, bir süre sonra hukukla değil, korkuyla yönetilir.
Ancak unutmamak gerekir:
Tarihte hiçbir iktidar, yargıyı kendi sopasına dönüştürüp uzun süre ayakta kalamamıştır.
Çünkü halk, eninde sonunda adalet ister.
Adalet, gecikse de bir gün mutlaka kapıyı çalar.
Yargıya güvenin yeniden inşa edilmesi, sadece hukuki değil, ahlaki bir meseledir.
Yargıç, karar verirken bir koltuk sahibinin değil;
adaletin, halkın ve vicdanın temsilcisi olduğunu hatırlamalıdır.
Artık kimsenin inanmadığı “reform” paketlerine değil,
gerçek bir zihniyet dönüşümüne ihtiyaç var.
Bir devletin gücü, tankından, topundan, parasından değil;
adaletinin temizliğinden anlaşılır.
Ve bugün Türkiye, o aynaya baktığında
vicdanının yüzünü göremiyor.
Mehmet Açık