Belgin Uyar Açık
İzmir’in Konak semtinde bir kadın daha hayattan koparıldı.
Gülden Duru, üç çocuk annesiydi. Defalarca “Beni koruyun” dedi.
Ama o çığlık yine duvarlara çarptı, sessizliğe gömüldü.
Bir annenin, bir kadının, bir insanın yaşam hakkı bir kez daha elinden alındı.
Bir Feryat Daha Yarım Kaldı
Gülden Duru, kendisine yönelik tehditleri defalarca bildirmişti.
Komşuları, arkadaşları, hatta yakın çevresi onun korkularını duydu.
Ama devletin mekanizması duymadı.
Koruma kararları kâğıt üzerinde kaldı, sistem bir kadını daha koruyamadı.
Bugün üç çocuk, annesiz kaldı.
Ve biz bir toplum olarak yine aynı cümleyi kuruyoruz: “Artık yeter.”
İhmalin ve Umursamazlığın Gölgesinde
Kadın cinayetleri artık münferit değil.
Bu ülkenin sokaklarında, evlerinde, mahkeme salonlarında sistematik bir ihmal zinciri yaşanıyor.
Kadınlar, şikâyet ettikleri erkeklerle aynı evde yaşamak zorunda bırakılıyor.
Koruma kararları uygulanmıyor, şiddet ihbarları “aile meselesi” diye geçiştiriliyor.
Ve sonra aynı senaryo:
Bir kadın öldürülüyor, birkaç gün gündem oluyor, ardından unutuluyor.
Her öldürülen kadının ardında bir dosya kapanıyor ama bir adalet yarası daha açılıyor.
Kadınların hayatı, bürokratik hantallığın ve toplumsal duyarsızlığın bedelini ödüyor.
Adalet Kâğıtta Kalmamalı
Yasalar var, maddeler net:
“Kadına yönelik şiddet suçtur.”
Peki bu suçun cezası, caydırıcılığı, takibi nerede?
Bir erkek, defalarca tehdit ettiği, darp ettiği kadını sokak ortasında öldürebiliyorsa,
orada hukuk değil, korku egemendir.
Türkiye, İstanbul Sözleşmesi’nden çekildiği günden bu yana, kadına yönelik şiddet vakalarında belirgin bir artış yaşandı.
Bu bir tesadüf değil.
Çünkü kadınlar, artık devlete güven duymuyor.
“Beni koruyun” diyen bir kadının sesi, bir evrakın altında kayboluyor.
Bir Toplumun Vicdanı Kadınlarının Güvenliğindedir
Kadın cinayetleri sadece kadınların değil, tüm toplumun meselesidir.
Bu ölümler, bir toplumun vicdan aynasında kendini nasıl gördüğünün en acı göstergesidir.
Kadınlar korkarak yaşarken, çocuklar travmalarla büyüyor.
Bir nesil, sevgiyi değil, şiddeti öğreniyor.
Biz bu hikâyeleri her gün yeniden yaşıyoruz:
Bir kadının “beni öldürecek” dediği erkek, serbest bırakılıyor.
Bir kadın, sığınma evine gitmek istiyor, yer yok deniliyor.
Bir kadın, devletin kapısına dayanıyor, bürokrasi kapıyı yüzüne kapatıyor.
Gülden Duru’nun ölümü bir istatistik değil; bir uyarı çığlığıdır.
Bu çığlık, sadece kadınların değil, bu ülkenin insanlık onurunun haykırışıdır.
Artık Yeter!
Bu ülkenin kadınları ölmek istemiyor.
Evlerinde, işlerinde, sokakta, sadece yaşamak istiyorlar.
Korkmadan, susmadan, korkutulmadan…
Kadınların yaşam hakkını korumayan hiçbir düzen, adaletin adını ağzına alamaz.
Bu ülke, kendi annelerini, kız kardeşlerini, evlatlarını koruyamıyorsa,
hiçbir ilerlemeden söz edemez.
Artık yeter.
Bir kadının “beni koruyun” çığlığı duyulmadıkça, hiçbirimiz güvende değiliz.
Gülden Duru’nun sesi sustu belki ama onun ardında bıraktığı sessiz çığlık, bu ülkenin vicdanına kazındı.
Kadınlar yaşamak istiyor.
Ve biz, artık bu sesi duymak zorundayız.