KÖŞE YAZISI
Gençler, Size Bir Mektubum Var…
Yazan: Mehmet Açık
Belki biz sizin gibi teknolojiyle doğmadık ama hayatı dibine kadar yaşadık. Bizim ellerimize telefon değil, taş değdi. Parmaklarımızla ekran kaydırmadık, ip atlarken tellere dolandık. Oyuncağımız tahtadandı, ama o tahta bir çocuğun gülüşüne yetecek kadar değerliydi.
Siz ekranın başında büyürken, biz hayatın tam ortasında büyüdük. Yeri geldi, yoğurt kabından oyuncak yaptık. Yeri geldi, bir mektubu haftalarca bekledik. O mektuplar sayfa sayfa değil, duygu duygu yazılırdı. Noktaları kalple, virgülleri özlemle konurdu.
Oysa şimdi her şey çok kolay, ama her şey çok uzak. Bir dokunuşla ulaşmak var ama kimse birbirine tam olarak temas etmiyor. Herkes yakın, ama kimse yan yana değil. Göz göze gelmek bile neredeyse ayıp sayılıyor. Bir bakışta anlaşmak, bir susuşla dostluğu perçinlemek… Bunlar bizim neslin lügatinde vardı.
Biz ‘etini senin, kemiğini benim’ anlayışıyla öğretmene teslim edildik. Ne kulağımız çekilince şikâyet ettik, ne de öğretmenimizi sorguladık. Çünkü o, bir öğretmenden önce bir rehberdi. Çünkü biz büyüklere saygının, küçüklere sevginin ne olduğunu evde değil, sokakta öğrenirdik.
Mahallenin delikanlısı kabadayıydı belki ama bizi soyan değil, bizi koruyan adamdı. O mahallede ayıplanan çok şey vardı, ama ayıplanmak da öğretirdi. Bir bakış yeterdi; ‘ayıp’ denmeden ayıbı bilirdik. Çünkü utanmak bizim yaşadığımız dönemde en büyük terbiyeydi.
Bugünün gençlerine kızmak değil derdim. Sadece anlatmak… Onlar bilsin ki biz oyuncaklarımızı paylaşmayı annemizden değil, sokağın tozunda öğrendik. Bir mendile sarılan ekmeği dört arkadaş bölüşürdük. Son lokma kiminse, suyu da o içerdi. Adalet küçükken öğrenilirse, büyüdüğünde vicdana dönüşür. Bizim vicdanımız vardı. Sizin de olsun isteriz.
Şimdi siz özgüvenlisiniz. Kendi kararlarınızı alıyor, kendi yolunuzu çiziyorsunuz. Ne güzel! Ama lütfen bir eksik bırakmayın: Saygı… Kendine güvenen insan, başkasına da yer açar. Kendinden emin olan kişi, başkasının fikrini de merak eder.
Bizim psikoloğumuz yoktu ama dertleşecek bir dedemiz, dizine başımızı koyacak bir babaannemiz vardı. Bir tabureye oturup çay eşliğinde iki lafın belini kırmak, bugünkü terapilerden daha tesirliydi. Çünkü biz dinlemeyi bilirdik. Çünkü biz yargılamadan anlamayı öğrenmiştik.
Siz üniversite mezunusunuz, diplomalarınız var. Bizim lise mezunu arkadaşlarımız da vardı ama o insanlar bugün sizin “kariyer planlaması” diye tanımladığınız şeyin hakkını kalpten verirdi. Çünkü bilgi kadar görgü, diplomalar kadar edep de gerekirdi. Biz onu öğrendik.
Ey genç kardeşim,
Bu yazdıklarımı sadece bir nostalji olarak görme. Bir özlem, bir nasihat, bir uyarı da değil bu. Bir miras… Sana bırakmak istediğimiz, süslü sözler değil, içi dolu bir hayat biçimi. Sana bırakmak istediğimiz şey, büyüklere hürmet, küçüklere merhamet, arkadaşlara sadakat, insanlara karşı vicdan.
Şimdi dönüp sorarsan bana:
“Biz ne yapalım?”
Cevabım basit:
Bize benzemeye çalışın.
O zaman bu ülke kendine gelir.
O zaman Türkiye sadece büyümez, büyüklüğünü de hatırlar.
Çünkü bizim nesil sadece geçmiş değil, hâlâ omzunda ülkenin geleceğini taşıyor.
Ve bu yükü bırakmadan önce, onu taşıyacak sağlam yürekler arıyor.
Mehmet Açık