Mehmet Açık
Sumud Filosu’nun kıvılcımı, dünyanın dört bir yanında biriken öfkeyi ve vicdanı aynı anda alevlendirdi. Bugün sahnede yalnızca bir deniz hareketi yok; Gazze’ye karşı uygulanan ablukanın vicdanlarda kırılma anı var. İnsanlık, yardım gemileriyle birlikte Gazze’nin karasularına—en azından niyet düzeyinde—dokunma çabasını görüyor; bu çaba, yalnızca insani yardımı değil, hukuku, adaleti ve ortak vicdanı da çağırıyor.
Sumud Filosu elbette bir semboldür: Yıllardır kara ve denizden süregelen abluka altında yaşamaya zorlanan bir halkın sahipsiz olmadığını haykıran bir sembol. Gemiler, taşıdıkları erzakın ötesinde, dünyaya şu soruyu soruyor: “İnsanlık nerede duruyor?” Bu soru, sessiz kalmayı tercih edenlere de hesap sormalıdır.
Bugün olan biten, tesadüfen tarihten bir başka anla kesişiyor. 2 Ekim 1187 — Selahaddin Eyyubi’nin Kudüs’ü fethettiği tarih — bize tarihî bir hatırlatma yapıyor: Zulüm kalıcı değildir; adaletin, özgürlüğün zamanı gelir. Tarih, mağdurun umudunu besleyen sağanakları da biliyor. Bu tarihî kesişim, direnişin ve umudun sembolik zamansallığını bize yeniden hatırlatıyor.
Ama hemen söyleyelim: Bu anı sulandırmadan, romantize etmeden okumak zorundayız. Gemiler kıvılcım çakmıştır; ama kıvılcım, yalnızca dayanışmayla, diplomasiyle, insani koridorların açılması yönündeki kararlı adımlarla alev olur. Filistin davası, sadece sloganlarla ayakta kalmaz; can güvenliği, açlığın durdurulması, tıbbi desteğin erişilebilir kılınması ve temel insan haklarının korunması somut işler ister. Uluslararası toplumun sorumluluğu burada ölçülecektir.
Gazze’de yaşanan acılar, sadece bölgesel bir mesele değil; küresel bir insanî sorundur. Konuşmak, yazmak, sokakta ses olmak bir başlangıçtır — fakat bunun ötesinde hukuki, diplomatik ve lojistik mekanizmaların devreye sokulmasını talep etmeliyiz. Ablukanın neden olduğu insani kriz, sadece kısa vadeli yardım paketleriyle kapatılacak türden değildir; erişim garantileri, kalıcı insani hatlar ve sivillerin korunması konusunda bağlayıcı adımlar gerekir.
Dayanışma, sadece bayrak sallamak değildir. Dayanışma, gazeteciliğin hakikati yazması, parlamentoların harekete geçmesi, sivil toplumun kapasitelerini birleştirmesi, ve en önemlisi mağdurun sesini doğrudan ulaştıracak insani kanalların kurulmasıdır. Bugün meydanlarda atılan sloganlar, yarına dönük baskıya, vicdani yükümlülüğe çevrilmeli; aksi takdirde geçici bir öfke dalgası olarak yitirilecektir.
Son olarak dua ile direnişi birbirine karıştıranlara da sesleniyorum: İnanç, zulme karşı sabrı ve adaleti talep eder; şiddeti, nefret söylemini veya karşılıklı tahriki haklı göstermez. Filistin’in özgürlüğü ve Gazze’nin insanî durumu için atılacak her adım, barışa, hukuka ve insanlığa hizmet etmelidir. Zulüm son bulacaksa, bunun yolu insanlığın ortak vicdanının güçlenmesinden geçer.
Dualarımız Kudüs’e, kalplerimiz Gazze’de. Söyleyecek çok sözümüz var; şimdi sıra bu sözleri eyleme, yardıma ve kararlı diplomasiye dönüştürmekte.
— Mehmet Açık