Mehmet Açık
Güllü’nün kanında tespit edilen alkol oranı, toksik hatta ölümcül doz sınırında çıktı.
Uzmanlara göre bu kadar yüksek alkol seviyesinde dengeyi korumak, ayakta durmak, bilinci açık tutmak neredeyse imkânsız.
Ama mesele yalnızca rakamlarda değil.
Bu tablo, bir sanatçının değil, bir toplumun sessiz çöküşünün aynasıdır.
Sahnenin arkasındaki karanlık
Bir dönem sahnelerde fırtınalar estiren, sesiyle yürekleri titreten, halkın sevgilisi olmuş bir sanatçının bugün bu halde olması, yalnızca “bireysel bir düşüş” olarak açıklanamaz.
Sanat camiası, özellikle de 90’lardan itibaren bir “ışıltılı yalnızlık” dünyasına dönüştü.
Parıltılı sahnelerin ardında, yalnızlık, yorgunluk, tükenmişlik ve içsel boşluk büyüdü.
Güllü’nün yaşadıkları bu sistemin bir sonucu: parlat, tüket, unut.
Bugün alkol, uyuşturucu, ilaç bağımlılığı yalnızca bir “kişisel zaaf” değil; sanat dünyasının ruhsal çürümesinin dışa vurumu.
Bu sadece bir sanatçının trajedisi değil — bir dönemin vicdan muhasebesidir.
Uyuşturucu ve “parıltılı” çürüme
Topluma mal olmuş her sanatçı, bir anlamda “kültürel rol modeldir.”
Ne giyse, ne söylese, ne yaşasa örnek alınır.
Ama bu rol model figürü, son yıllarda hızla değişti.
Ekranlar artık başarıyı değil, skandalı; üretimi değil, çöküşü konuşuyor.
Uyuşturucu kullanımı, “özgür yaşam tarzı” adı altında neredeyse normalleştiriliyor.
Sanatçılar, magazin programlarında içki şişeleriyle poz verirken, gençler bu görüntülerle büyüyor.
Ve kimse sormuyor:
“Bu kadar ışığın altında bu kadar karanlık nasıl büyüyor?”
Sahne, alkış, yalnızlık
Bağımlılık, bir boşluk hastalığıdır.
Bir sanatçı için o boşluk, alkışlar çekildiğinde başlar.
Sahne bittiğinde, spotlar söndüğünde, herkes giderken geriye yalnızlık kalır.
O yalnızlık bazen bir kadehle, bazen bir hapla, bazen bir iğneyle bastırılır.
Ama her bastırma denemesi, insanı biraz daha içine çeker.
Güllü’nün hikâyesi tam da bu.
Bir zamanlar Türkiye’nin en güçlü seslerinden biriydi.
Ama sistem, onu sesinin yankısı kadar değerli görmedi.
Tükettik, alkışladık, unuttuk.
Sonra da düştüğünde şaşırdık.
Toplumun sorumluluğu
Bu ülkede bir sanatçı düşerse, aslında hepimiz biraz düşüyoruz.
Çünkü sanat, toplumun vicdanıdır.
O vicdan kirlenirse, sadece bir sanatçı değil, bir kuşak da kirlenir.
Uyuşturucu ve alkol bağımlılığı, sadece bireyin değil toplumun hastalığıdır.
Ekranlarda “ünlülerin çöküşü” izlenme rekorları kırarken, kimse rehabilitasyon merkezlerinin, sosyal destek sistemlerinin neden yetersiz olduğunu sormuyor.
Devletin sanatçılara sadece sahne değil, psikolojik ve sosyal destek alanı da sunması gerekir.
Çünkü sanat, ruhla yapılan bir iştir; ruhu korumazsanız, sanatçıyı da, sanatı da kaybedersiniz.
Güllü dosyası bir ibret olmalı
Bugün “Güllü Dosyası” yalnızca bir adli rapor değil, bir toplumsal uyarı metnidir.
O raporda yer alan alkol oranı, sadece bir tıbbi veri değil; bir çığlıktır.
“Ben yoruldum, ben tükendim” diyen bir sanatçının çığlığı…
Güllü, yaşadığı bu süreçten sağ çıkarsa — ki hepimiz bunu umut ediyoruz — belki bir gün kendi hikâyesini anlatır.
Belki de o hikâye, yeni kuşaklara bağımlılığın parlak bir çıkış değil, karanlık bir çukur olduğunu gösterir.
Son söz
Topluma mal olmuş her sanatçının düşüşü, sadece magazin haberi değildir.
O bir toplum aynasıdır.
Bugün Güllü’nün adını üzülerek anıyorsak, yarın bir başkasının adını da aynı şekilde duyabiliriz.
Eğer bu gidişata dur demezsek…
Sanat, alkışla değil; vicdanla yaşar.
Güllü’nün hikâyesi bir son değil, bir uyarı olmalı.
Çünkü hiçbir şöhret, bir insanın ruh sağlığından, hiçbir sahne ışığı bir insanın yaşam hakkından daha parlak değildir.