Mehmet Açık
Kıbrıs, Türk milletinin hem tarihî hem stratejik hafızasında özel bir yere sahiptir.
Bu ada, yalnızca mavi vatanın bir parçası değil; aynı zamanda ulusal onurun, kardeşliğin ve direnişin sembolüdür.
Bu yüzden Kıbrıs meselesi, Türkiye Cumhuriyeti için hiçbir zaman sadece bir “dış politika dosyası” olmadı.
O, ortak kaderin adıydı.
Son günlerde Cumhuriyetçi Türk Partisi Genel Başkanı Tufan Erhürman’ın GHA’ya yaptığı açıklamalar, Kıbrıs Türk siyasetinde yeni bir dönemin ipuçlarını verdi.
Erhürman, bir kez daha altını çizdi:
“Türkiye’yle istişare etmeksizin Kıbrıs’ta bir dış politikanın belirlenmesi benim dönemimde de asla söz konusu olmayacak.”
Bu cümle, aslında Kıbrıs Türk siyasetinde son yıllarda yeniden ısınan “bağımsız dış politika” tartışmalarına da açık bir cevaptır.
Erhürman’ın yaklaşımı, kopuş değil, uyum politikasıdır.
Devamında söylediği şu cümle, bu anlayışı pekiştiriyor:
“Çok iyi ilişkiler Türkiye Cumhuriyeti ile daha da gelişerek devam edecek, ben bunu da bir misyon olarak görüyorum.”
Ve ardından gelen içten bir selam:
“Türkiye Cumhuriyeti’ndeki tüm Türk halkına da buradan yürekten sevgilerimi, saygılarımı iletiyorum.”
Ankara–Lefkoşa Hattında Güven Arayışı
Kıbrıs Türk siyasetinde her dönemde “Ankara ile ilişkiler” belirleyici olmuştur.
Bir kesim bu ilişkiyi “bağımlılık” olarak eleştirirken, diğer kesim “güvenlik teminatı” olarak görür.
Oysa gerçek şu ki; Kıbrıs Türk halkının varlığı, 1974’te Türkiye’nin garantörlük hakkını kullanmasıyla korunmuştur.
Bu tarihî gerçek, hem uluslararası hukukta hem de halkın hafızasında silinmeyecek bir yer edinmiştir.
Bugün Doğu Akdeniz enerji savaşları, Yunanistan’ın Ege’deki agresif adımları ve Batı’nın bölgedeki askeri tahkimatı göz önüne alındığında,
Ankara ile Lefkoşa arasındaki stratejik uyum, her zamankinden daha hayati bir hâl almıştır.
Kıbrıs Türk halkı, bir yandan kendi iç demokrasisini geliştirmek isterken, diğer yandan Türkiye’nin koruyucu şemsiyesi olmadan yaşamanın mümkün olmadığını da çok iyi bilmektedir.
Bu yüzden Tufan Erhürman’ın “Türkiye ile istişaresiz dış politika olmaz” vurgusu, sadece diplomatik değil, varoluşsal bir beyandır.
Doğu Akdeniz’de Yeni Denge Arayışı
Doğu Akdeniz artık yalnızca enerji sahalarıyla değil, güç dengeleriyle de kaynıyor.
ABD, AB, Fransa, Yunanistan ve İsrail, bölgede Türkiye’yi çevrelemeye çalışan bir stratejik blok oluşturmuş durumda.
Bu tabloda KKTC’nin Ankara ile omuz omuza durmaktan başka bir seçeneği yok.
Zira bugün Kıbrıs’ın güneyinde AB bayrakları dalgalanıyor; kuzeyinde ise Türk bayrağı sadece bir sembol değil, varlığın güvencesidir.
Böylesi bir dönemde Ankara’dan kopuk bir dış politika arayışı, Kıbrıs Türk halkını rüzgârda savrulacak bir yaprak hâline getirir.
“Kardeşlik Diplomasisi”nin Anlamı
Tufan Erhürman’ın açıklamaları, yalnızca bir dış politika mesajı değil, aynı zamanda bir gönül diplomasisi ifadesidir.
“Türkiye halkına sevgilerimi, saygılarımı iletiyorum” derken, siyasi nezaketin ötesinde, milletler arası duygudaşlığa vurgu yapıyor.
Kıbrıs Türkü, Türkiye’nin yalnızca “kurtarıcısı” değil; aynı zamanda aynasıdır.
Ada’daki her adım, Türkiye’nin dış politikadaki kararlılığına da ayna tutar.
Dolayısıyla bu kardeşlik, siyasetin üstündedir.
Bu bağ, petrol fiyatı ya da askeri üs pazarlığıyla ölçülemez.
Kıbrıs Türk Siyasetinde “Denge” Arayışı
Bugün KKTC siyasetinde üç çizgi belirginleşiyor:
1. Ankara’dan kopuk bir kimlik arayışı – Batı’nın desteğiyle hareket eden, “Avrupalı Kıbrıs Türkü” söylemini öne çıkaranlar,
2. Tam teslimiyet çizgisi – Ankara ne derse odur